BAYRAM, RUHUN NEFS ESARETÄ°NDEN KURTULDUÄžU ANDIR
Bir Ramazan ayı daha geri de kaldı. Bazıları, havanın çok sıcak olmasını sebep göstererek oruç tutmadı. Halbu ki oruçun mahiyetini bilmek, insan ruhuna etkilerini tam anlamıyla ruhumuza, aklımıza, nefsimize idrak ettirmemiz gerekirdi. Biz de bu hafta Ramazan’ın önemini anlatması için Åžefik Can Uluslararası Mevlana EÄŸitim ve Kültür DerneÄŸi BaÅŸkanı Hayat Nur Artıran Hanımefendiye konuk olduk. Bakın oruçun hikmeti hakkında bizlere neler söyledi.
Ramazan Ayı’nı geri de bıraktık. Sizce Ramazan’ın ruh dünyamıza katkıları neler olabilir?
Efendim, insan olmanın insanca yaÅŸamanın ilk adımıdır oruç, Hz.Adem’in yaratılmasıyla birlikte tüm insanlığı da içine alan ilk Rabbani emirdir. Bu yönüyle de oldukça önemli bir ibadettir. Yüce Rabbimizin kuvvet ve kudreti karşısında bizlerin acziyeti, kul olmanın idrak ve ÅŸuuru ancak oruçla ortaya çıkar. Oruç nefse ilk ilahi emir olduÄŸu gibi, Ä°slamın ÅŸartları arasında da ilk sırayı oruç alır. BilindiÄŸi üzere; savm, salât, hac, zekât, kelime-i ÅŸehadet, Ä°slamın beÅŸ ÅŸartıdır. Bu sıralama tesadüfi deÄŸildir ve oruç en baÅŸta zikredilmiÅŸtir. Suyun bu alemdeki görevi ve hayati önemi ne ise, orucun da insan bedeni ve ruhumuz üzerindeki yeri ve önemi odur. Namaz kılmak için önce abdest almak gerekir, temizlenmeden namaz kılınmaz. Hakk yanında kabul görecek temizlik ise dış deÄŸil iç temizlikle mümkün olur. Cenâb-ı Allah elimizin ayağımızın temizliÄŸine bakmaz, onların yaptığı iÅŸlerin temizliÄŸine bakar. Cenâb-ı Hakk’ın kabul edeceÄŸi iç temizliÄŸine de ancak oruçla kavuÅŸulur. Oruç abdest gibidir bizi çeÅŸitli nefs ve günah kirlerinden arındırır temizler o nedenle Ä°slamın ÅŸartı sıralanırken önce oruç, sonra namaz gelir.
Mevlana Hazretleri Ramazan’ı nasıl deÄŸerlendirir?
Hz. Mevlana Mesnevi’de şöyle der: “Nefis bir Firavun’dur. Sakın onu çok yedirip şımartma, fazla doyurma da eski kâfirliÄŸi aklına gelmesin. Riyâzet ve oruç ateÅŸi olmaksızın; nefis asla yola gelmez. Ondan kurtulamazsın. BilmiÅŸ ol ki beden aç kalmadıkça; Hakk’a doÄŸru yönelmez, boyun eÄŸmez, hep O’na kafa tutar. Onu tok iken yola getirmeye çalışmak, soÄŸuk demiri dövmeye benzer. Bu beden içinde gizlenen nefis, ister aÄŸlasın ister inim inim inlesin; aklını başına al da ona inanma. O, tok oldukça asla Müslüman olmaz.” Bir baÅŸka beytinde kırk yıl midemde geceleri hiç yemek bulunmadı diyen Hz.Mevlana; “Açlık yer yüzünde Allah’ın bir taamıdır, Allah sevdiklerinin bedenlerini onunla canlı tutar” Hadis-i ÅŸerifini yaÅŸayan Hakk dostlarından biridir. Açlık ve oruç Hz.Mevlana’nın hayatının en önemli parçasıdır. Hem Hakk âşıkı olmak, hem de yemek içmek zaten her ikisinin bir arada bulunması mümkün deÄŸildir. Çünkü gerek maddî, gerek manevî aşık olan kiÅŸinin ilk alameti yemeden içmeden kesilmesidir.
Mevlana Hazretleri’nin oruçun hakikatini anlatan baÅŸka beyitlerinden örnek verebilir misiniz?
Hz.Mevlana’ın oruçla ilgili Divan-ı Kebir’de öyle güzel bir gazeli vardır ki, bir tek gazel bile bu konuda söylenecek her ÅŸeyi içine alacak nitelikte orucun hakikatini anlatmaktadır. “Sen göklere çıkmak, Mir’ac etmek sevdâsındaysan, ÅŸunu iyi bil ki, oruç senin önüne getirilmiÅŸ Arap atıdır. Oruç, insan ÅŸeklindeki hayvanın hayvanlığını giderir. Bu yüzdendir ki oruç, insanın insanlığını olgunlaÅŸtırmaya mahsustur. Oruç özlem çekenlerin gönüllerini, canlarını öyle tazeleÅŸtirir ki denizde yaÅŸayan balığı bile su o kadar tazeleÅŸtiremez. Ä°slâm binâsı ÅŸu beÅŸ direk üzerine kurulmuÅŸtur: Kelime-i ÅŸahadet, Zekat, Hac, Oruç, Namaz. Allah’a yemin ederim ki, bu direklerin en kuvvetlisi, en büyüğü oruçtur. Cenâb-ı Hakk bu beÅŸ direÄŸin her birinde orucu, orucun kaderini gizlemiÅŸtir. Zaten Oruç kadir gecesi gibi gizlidir. Oruç Allah’ın has kullarına Hz. Süleyman’ın saltanatını bağışlayan bir yüzüktür. Yahut da taçtır.. O tacı ancak seçkin kullarının baÅŸlarına giydirir. Oruçlunun gülüşü eÄŸleniÅŸi oruçsuzun secdedeki halinden daha iyidir. Sen canının içinde Kur’ân’ın nurunu istiyorsan, ÅŸunu iyi bil ki, Oruç bütün Kur’ân’ın tertemiz nûrunun sırrıdır. Oruç ayına girdiÄŸin zaman, o aya kavuÅŸtuÄŸun için Hakk’a şükrederek, sevinerek, neÅŸeli olarak gir! Çünkü Ramazanın geliÅŸlinden üzülenlere, gamlılara, Oruç haramdır. Onlar Oruca layık deÄŸillerdir. O nedenle de oruçtan nasiplenemezler. “
Åžu bir tek beyit dahi “Oruçlunun gülüşü eÄŸleniÅŸi oruçsuzun secdedeki halinden daha iyidir” orucun hakikatıyla ilgili tüm sırları ortaya koymaktadır. Niyazımız bu özel günleri gereÄŸi gibi deÄŸerlendirmek, neÅŸeyle karşılayıp, hüzünle bir sonraki geliÅŸini beklemek ola inÅŸallah.
BireyselleÅŸme ya da bencilleÅŸmenin Türkiye’de hızla arttığını düşünüyor musunuz? Bireyselli bir noktaya kadar iyi midir? Ä°nsan ruhunda ne gibi eksilmelere neden olur?
Efendim, sizin ifade etmeye çalıştığınız söz konusu durumlar tasavvufta “Ben” demenin farklı versiyonlarıdır. BeÅŸeri zaaflarımızın, hayvani ihtiraslarımızın merkezi olan bu tür duyguların azı da çoÄŸu da tehlikeli ve zararlıdır. O nedenle buna bir sınır koymanın doÄŸru olduÄŸunu düşünmüyorum. Bir kibrit çöpü çok küçük olabilir, fakat kendinden milyonlarca büyük bir araziyi ve içindeki tüm canlıları bir anda yakıp yok edebilir. Tasavvufi yaÅŸam süren insanlar günlük normal yaÅŸamlarında dahi ben sözcüğünü kullanmaktan kaçınır, onun yerine “bendeniz” veya “fakir” hitabını tercih ederler. BulunduÄŸu konum ve misyonu ne olursa olsun “Ben” demenin karşılığı mutlak ilahi varlığın yüce benliÄŸi karşısında yok olup gitmektir. EÄŸer “Ben” demekle bir yerlere gelinseydi, Firavun, Karun, Ebu Leheb, Ebu Cehil, dolayısıyla da bunların atası sayılan ÅŸeytanın bu alemde kalıcı bir saltanatı olurdu. Ä°lahî nizam bencil egoist sürekli kendi çıkarları doÄŸrultusunda yaÅŸam süren kiÅŸilerin varlığını kabul etmez. Denizin içindeki pislikleri zaman zaman dışarı attığı gibi, dünyevî bir dalgalanma bir çalkantıyla bu tür insanlar da zamanı geldiÄŸinde toplumun dışına atılırlar. Ä°nsan ruhunda ne gibi bir eksilmelere neden olur? sorunuza gelince: Böylesi bir durum söz konusu olduÄŸu zaman ilahî bir nefha olan insanî ruhumuzu, ötelerden gelen o yüce varlığı, hayvanî duyguların esareti altına vermiÅŸ oluruz. Karşılığında ise insanlık mertebesinden uzaklaşıp hayvanî bir boyutta yaÅŸamaya baÅŸlarız. BilindiÄŸi üzere sureta insan olmak insanî bir yaÅŸam sürmek için yeterli deÄŸildir.
İnsan ruhunu korumak istese en çok hangi duygulardan kendini koruması gerekir?
Hz.Mevlana bir beytinde şöyle der: Kin, öfke, hırs, hased, gurur, kibir, ÅŸehvet, cehennem tabiatlı huylar olup, yüz batman ağırlığında demir bir baÄŸ, demir bir bukağıdır, nice kiÅŸiler bu görünmez baÄŸla öyle baÄŸlanıp kalmışlardır ki; esaretlerinden açıkça âh… bile edemezler.” Yukarıda sözü edilen duygular insan ruhunu bedbin, yorgun, hasta ve esir eden düşüncelerdir. Bunları neden, niçin, keÅŸke, eÄŸer, takip eder, sonuç olarak depresyon, dolayısıyla da mutsuz, umutsuz, tatminsiz, mânâdan bi haber madde düşkünü bir toplum ortaya çıkar. Bunların tümü zikir, fikir, şükür, tevekkül ve kanaat eksikiÄŸinden meydana gelir. Madde ile mânânın eÅŸit ve seviyeli bir ÅŸekilde yaÅŸanmadığı hiçbir yerde huzur ve saadetin kalıcı olması beklenemez.
Bazı kişilerin kıldıkları namaz, tuttukları oruç nedeniyle kendilerini başkalarından üstün görmesi doğru mu? Doğru değilse neden müminlere Allah yüce bir makamda olduğunu söyler.
Efendim, kılınan namazlar, tutulan oruçlar, bir bütün olarak kul olmanın gereÄŸi yapılan ibadetler nedeniyle insanın kendini baÅŸkasından üstün görmesi, hiç namaz kılmadığı, hiç oruç tutmadığı, dolayısıyla da Rabbine hiç kulluk etmediÄŸinin iÅŸaretlerindendir. Madde aleminde bile malıyla, mülküyle, ÅŸanı, şöhretiyle öğünmek ayıp, terbiyesizlik, görgüsüzlük sayılırken manada böyle bir ÅŸeyin kabul görmesi mümkün mü? Müminlerin efendisi, en yüce makamların gerçek ve tek sahibi olan Peygamberimizin kendini baÅŸkalarından üstün ve farklı gördüğünü bilen, duyan, gören, var mıdır? EÄŸer bir kiÅŸinin çıkıp ben yüce bir makamın sahibiyim demesi gerekirse, bunu ancak iki cihanın hükümdarı olan Peygamber Efendimizin demesi gerekirdi. O bile böyle bir ÅŸeyi gurur, kibir ve benlik ile dile getirmezken, kimin ne haddine böyle bir ÅŸey söylemek? Cenâb-ı Allah bile bunca kudret ve kuvvetin sahibi iken Kur’ân’ı Kerîmde tevazu ve alçak gönüllülük eder, hiç bir zaman ‘ben’ demez yani, tek, eÅŸsiz ve benzersiz olmasıyla övünmez de; “BÄ°Z” der. Böylece yarattığı kullarına örnek olmak ister.
Aile ya da sosyal hayatımızda ahlâkî olarak zayıf olan davranışlar görüyoruz ya da yapıyoruz? Özellikle karşımızdaki insanın hatalı davranışını kendisine nasıl anlatmalıyız? Bazen söylediÄŸinizde “Sen kendi günahlarınla ilgilen” denilebiliyor…
Efendimiz bir hadis-i ÅŸerifte şöyle buyurmuÅŸtur: “Din kardeÅŸini bir suçundan dolayı ayıplayan kimse, o suçu (günahı) kendisi de iÅŸlemedikçe ölmez.” Hazreti Mevlana da, “EÄŸer ki sen insanların ayıplarını gören iki gözünü kapatırsan ancak o zaman öteki âlemi gören mânâ gözün açılır; yoksa hep kör olarak yaÅŸar; öteki âleme de kör olarak gidersin” der. Demek oluyor ki; birilerinde ayıp ve kusur görmek mânâ körlüğüne vesile oluyor. Öncelikle gözümüzün ayıp, kusur ve eksek görme hastalığını gidermemiz gerekir. Çünkü birilerinin hata ve kusurlarıyla uÄŸraÅŸan kiÅŸiler kendi eksik ve kusuruyla uÄŸraÅŸacak vakti bulamaz. Bunları gerçek manada ve doÄŸru bir ÅŸekilde içselleÅŸtirdikten sonra, birilerinde herhangi bir yanlış, eksik, hata, gördüğümüz zaman maksat onları ayıplamamak, küçümsememek, rencide edecek ÅŸekilde hatasını yüzüne vurmamak, söz konusu hatayı kendimiz hiç yapmayacak duygusuna kapılmamak veya saÄŸda solda birilerinin dedikodusunu yapmamaktır. Yanlış davranışlar içersinde olan her hangi bir kiÅŸiyi; insani bir vasıfla kırmadan incitmeden en zarif bir biçimde uyarmaya çalışmak en önemli insani görevlerimizden biridir. Fakat her önüne gelende eline neÅŸteri alıp ameliyat etmeye kalkarsa durum çok vahim olur. “Kendisi himmete muhtaç dede/ nerde kaldı gayrıya himmet ede” beyitinin muhatabı olmamak gerekir. Sert cisimler iyice yumuÅŸatıldıktan sonra düzeltilip ÅŸekil verilirler. Aksi bir davranış sadece kırar döker. Dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan biri sadece budur. Yanlışı düzeltmenin, en makbul yolu; dil ile deÄŸil hâl ile örnek olmaya çalışmaktır. Çok kıymetli mücevher satıcıları hiçbir zaman mahalle pazarcısı gibi bağırıp çağırarak müşteri çekmezler.
İnsanın kendinde olan geliştirmesi gereken ana duygular ne olabilir?
Ä°lk aklıma gelenler her kesinde bildiÄŸi üzere, sevgi, saygı, hürmet, muhabbet, maddi deÄŸerler kadar manevi deÄŸerlerimizi de korumaya, yaÅŸamaya ve yaÅŸatmaya çalışmaktır. Az evvelde arz edildiÄŸi üzere madde ile mânânın eÅŸit ve dengeli yaÅŸanmadığı hiçbir yerde kalıcı bir huzur, saadet, baÅŸarı olmaz. DiÄŸer çok önemli bir husus da, “Ä°nsanların en hayırlısı insana faydası olandır” diye buyuran Efendimizin yolundan giderek çalışan üreten yaÅŸadığımız çağın bilim ve teknolojisine katkıda bulunacak bireyler olmaya gayret göstermektir. “KomÅŸusu aç iken tok yatan bizden deÄŸildir” diye buyuran bir Peygamberin ümmetiyiz. Aç, yoksul, gayrının elinden inim inim inleyen bir komÅŸu ülkeye yardım edecek onun karnını doyuracak bir Müslüman ülke var mıdır? Dünyadaki tüm Müslüman ülkeler deÄŸil birilerine yardım etmek hepsi yardıma muhtaç bir halde. Bu durum Müslümanlığımızda çok ciddî bir eksiÄŸimiz olduÄŸunun iÅŸaretidir. O nedenle biraz öz eleÅŸtiri yapmak, sürekli birilerini suçlamak yerine, birazda kendi eksiklerimizi görmeye çalışmak, birlik ver beraberliÄŸimize dikkat etmek gerekir. Birbirimizin kuyusunu kazmaktan baÅŸkalarının kazdığı kuyuyu görecek vaktimiz olmuyor.
Ä°nsan korku ve ümit dengesini nasıl kurmalıdır? Bazı insanlar “Kötü bir insanım” deyip psikolojik olarak sıkıntılar çekebiliyor…
Efendim, bizler ne cennet sevdası, ne de cehennem korkusuyla Allah’a kulluk etmeyip, Hz. Yunus’un dediÄŸi gibi: “Cennet Cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri/ Ä°steyene ver anları bana seni gerek seni” demeyi baÅŸarabilirsek, sorun hallolacaktır. Fakat ne yazıktır ki, bizim Allah’a kulluÄŸumuz ya Cennete gitmek, ya da Cehennemden uzaklaÅŸmaya dayanıyor. Depresyona varan korkular da buradan çıkıyor. Hz.Ä°rşâdi ne hoÅŸ söylemiÅŸ: Ne Burak isterim senden, ne Cennet/ Beni od’a yaksın canıma minnet.”
Tüm bunları konuştuktan sonra Bayram günün ikinci gününde olduğumuzu düşünürsek insanın ruhunun bayramının ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Gerçek bayram ruhun nefs esaretinden kurtulduğu, andır. Zaten o nedenle oruçtan sonra bayram yapılır. Kurban bayramındaki mânâda budur, asıl kurban edilen nefsani istek ve arzulardır. Nefsani istek ve arzularımızı öncesinde açlık ile zayıflatıp güçsüz bir hale getirdikten sonra Hakk yolunda kurban edebiliriz. Yoksa onun şerrinden kurtulup kurban etmek mümkün olur mu? Önce Ramazan sonra Kurban bayramı gelir elbet bunda bir hayır hikmet var. Nice bayramlara hayır, huzur, birlik ve beraberlik içinde ulaşalım inşallah.
|