Site Haritası
Kur'an-ı Kerim
Hadis-i Åžerif
Hz. Mevlana
Eserleri
Bahâeddin Veled
Seyyid Burhaneddin
Åžems-i Tebrizi
Selahaddin Zerkubî
Sultan Veled
Hüsâmeddin Çelebi
Hz.Mevlâna Dergâhı
Sema
Adab ve Erkan
Yolun Mertebeleri
Çelebilik
Mevlevi Ayinleri
Mevlana İhtifalleri
Akademik
Yükle
Hizmeti Geçenler
Mesnevi Sohbetleri
Mesnevi Hikayeleri
Fihimafih Okumaları
Duyuru&Etkinlik
Haberler
Semazen Video
Semazen Radyo
E-Kart
Projelerimiz
Foto Galeri
Soru ve Cevaplar
Linkler
Evrad-ı Şerif
KONYA
Dinletiler
Ney NaÄŸmeleri



 

Google

Kur'an-ı Kerim

Dinleyelim

Hz. Mevlânâ'nın eserlerinden hangisini okudunuz?
Mesnevi
Divan-ı Kebir
Fihimafih
Mecalis-i Seba
Mektubat
Birkaçını
Hiç Birini
 
Röportaj

Mehmet Fatih Çıtlak ile...

Hz. Mevlana şair değildir bu mutasavvıf da değildir. Mutasavvıf, tasavvufu hayatında yaşamak için değil, öğrenmek için tahsil eden adamlara derler. Hz. Mevlana velidir.

24 Mayýs 2012

Öncelikle bize tasavvuf nedir? Bize biraz tasavvuf felsefesinden bahsedebilir misiniz?

Tabi biz tasavvufu konuÅŸurken mecburen bugün günümüzün insanlarının kullandığı kelimelerle konuÅŸmak durumunda kalıyoruz. Siz tasavvuf tefekkürünü ortaya koymak için soruyorsunuz ama malumaliniz bir kere diÄŸer mistik düşüncelerden bariz ÅŸekilde tasavvufu ayıran ÅŸeylerden biri akıl deÄŸil vahiy kökenli oluÅŸudur. Dolayısıyla felsefesi yoktur. Tefekkür boyutu vardır. Fakat günümüzde felsefeyi biz tefekkür manasında kullanır hale geldiÄŸimiz için düşünceyi derinleÅŸtirmek manasında kullandığımız için bu manada tasavvufi düşünceyi şöyle açıklayabiliriz. İnsanın hayatında, yaÅŸadığı alemde görünen alemlerin ötesinde bir alem olduÄŸu ve bu alemlerin insanın çekim kuvvetinde bulundurduÄŸu, cümle görünen alemlerin de o mananın üzerine oturmuÅŸ, sergilenmiÅŸ objeler olduÄŸunu düşünen her varlık -insanı kastediyorum- insan bu derinliÄŸi yaÅŸamak istemiÅŸ. Tarih boyunca din dışı veya dini açıdan bakıldığında hep ontoloji yani varlık bilinci, varlık hakkındaki görüşler insanlarda hep ilgi uyandırmış ve hep insanlar bunu merak etmiÅŸ. Tasavvuf Cenab-ı Hakk’ın kulu ile irtibata geçtiÄŸi ve aslında kulun da yine bu irtibat neticesi ortaya çıktığını kabul eden İslam inancında derinleÅŸmek, bunu amel noktasında düşünce noktasında yaÅŸamaktan ibarettir. Tasavvufun ayrıca ilmi saha olarak tarifi var. İnsanın nefsini teskiye etmesi, ruhunu tahliye etmesi yani ruhu hür bırakması, gitmek istediÄŸi menzile uçacak ÅŸekilde, yükselecek ÅŸekilde ona mani olan perdelerden ve bentlerden onu azat etmesi, kalbini tasfiye etmesi. Kalbi de Allah’ın cemaline ve Allah’ın yakınlığına mazhar olacak kalbi tasfiye etmek boÅŸaltmak, temizlemek ve yaratıcısı ile irtibata geçmek, bu sayede olumlu oluÅŸmak, tasavvufun ana noktası bu olmuÅŸtur. İslami açıdan da bakıldığında biliyorsunuz Hz. Adem’den bu yana Efendimiz’e gelinceye kadar ki Allahü Teala’nın gönderdiÄŸi dinlerin hepsi islam’dır. İnsanlar kendi anlayışlarını bunlara ilave ettiÄŸi için Musacıyız İsacıyız diye ayrılmışlardır. Ama Kur’an-ı Kerim’in ifadesine bakıldığında peygamberlerin ruhu toplaÅŸtığında hepsinin Müslüman olarak nitelendirildiÄŸini yine Hz. Yakup a.s’ın evlatlarını toparladığında ‘Benden sonra nasıl haldesiniz siz?’ diye sorduÄŸunda ‘Nasıl olacaksınız’ sualine karşılık ‘Müslümanlarız’ diye cevap verdiÄŸini görürüz. Fakat İslam yani Efendimiz s.a.v.‘de teslim edilen ve temsil edilen İslam, Allahü Teala’nın hususi muhafazası altında bundan sonra insanların ÅŸahsi görüşlerinin karışmayacağı bir saha olarak ilan edilmiÅŸ, ne kitabı, ne peygamberi, bunu temsil eden insanı, ne de o manaya talip olan insanların yolu tahrif edilememiÅŸtir. Bir harf deÄŸiÅŸmediÄŸi gibi Kur’an’da o manadan hiçbir ÅŸey deÄŸiÅŸmemiÅŸtir. İşte tasavvuf dinin sadece metinden ibaret olmadığını, metin bir hakikati iÅŸaret eder. Kelimeler bir hakikate ayet, iÅŸaret durumundadır. Fakat o iÅŸaret edilen hakikati algılayabilmek metinden ileriye gidebilmektir. MetinsizliÄŸi fakat metinle beraber yürümektir. Bu ihtiyaç tasavvufu bir ilmi saha olarak da ortaya koymuÅŸtur. Çünkü bunu iddia ederek farklı yollara kaçınabileceÄŸi gibi bunu tahsil edenlerinde bulunacağı göz önünde bulunarak tasavvufu belli bir erkan, kalıp olarak, tarif, tanım, kapsam ve metod olarak ortaya koymuÅŸlardır. Özetle tasavvuf İslam ahlakının muhabbetle, Yüce Yaratıcıyla irtibatı muhabbette olarak yaÅŸanması demektir. Bunu yaÅŸatırken insana ifrat ve tefrit den uzak bu sahanın ölçülerini koyan ilme denir. Ama tarifinden de anlaşıldığı gibi ancak yaÅŸanarak anlaşılır. Hani herkesin dilindedir bu söz ama şöyle bir tabir vardır. Din anlaşılınca yaÅŸanmaz, yaÅŸanınca anlaşılır. Oradaki hissiyati ancak yaÅŸayan bilir. Dolayısıyla tasavvuf bir bilgi aktarımı deÄŸildir. Hal paylaşımıdır.

Tasavvufu kitaplardan öğrenmek mümkün mü?

İnsan halini nasıl ifade eder sözünde barınıyor bunun cevabı. Ben halimi nasıl aktarabilirim? Sima ile yüzümle aktarabilirim deÄŸil mi? Yüzümdeki mimiklerden siz beni bir yere kadar anlarsınız. Veya uzaktaysam ve size ulaÅŸamayacaksam size durumumu anlatmak için ‘geldim, seni bulamadım, çok üzüldüm’ diye bir metin hazırlarım. Siz benim üzüntü duyduÄŸumu o metinden almazsınız. O metin benim üzüntüme iÅŸaret eder. Dolayısıyla metin bizim günlük hayatımızda halimizi ne kadar aktarabiliyorsak, bu tasavvufta da o hali gözetmek kaydı ÅŸartıyla kitapların çok büyük etkisi vardır. Ama takdir edersiniz ki eÄŸer tasavvufun kitaplardan öğrenebilineceÄŸi kısmı ile bir kiÅŸinin iktifa edeceÄŸini düşünürsek tıp, hukuk hangi saha olursa olsun hepsini kitaplardan tahsil eder ne üniversiteye ne de hocaya ihtiyaç kalmazdı. Hepsi o öğretinin içerisindedir. Çocuk okula gider, sıralamayı öğrenir, öndekine kol uzatır belli bir giriÅŸ için ikiÅŸerli sıra olur. Sessizce sınıfa girer. Hoca sınıfa girdiÄŸinde susar. Bunların hepsi eÄŸitime dahildir. O anda belki sosyal bilimlerden, fenden birÅŸey öğretmiyor. Fakat o metni anlamak için onun hali ile hallenmeye baÅŸlıyor. O okul çevresindeki eÄŸitim bir kiÅŸinin kendisini yetiÅŸtirmesi gibi olmaz hiçbir zaman baÅŸka ÅŸeyler öğretilir. İşte aynısı tasavvufta da vardır. Hatta biraz daha farklı tasavvufta metin çok azdır, insanın kendi bir metindir ve sen önce kendi metnini yaz derler. Bu İslam’a aykırı bir ÅŸey deÄŸil çünkü malumaliniz Kur’an-ı Kerim’de yanlış hatırlamıyorsam İslam suresinde yer alıyor. Allahü Teala ‘İkra’ kitabek’ diyecek. Hadi Kur’an’ını oku demeyecek, hadi kitabını oku diyecek. Bu anlamda tasavvuf insanın kendi defterine güzel ÅŸeyler yazmayı öğreten hal ilmidir.

Bu niyetle kitap okunursa daha evvel yaÅŸanmış tecrübelerden istifade etmek için kendi kitabı ve kendi ÅŸahsiyetini terbiye için okursa ne ala ama oradan aldığı bilgilerle baÅŸkalarını ÅŸaşırtmak, oradan aldığı bilgilerle baÅŸkalarının sevgisini kazanıp da etrafına adam toplamak için bunları yapıyorsa İslam’ın öngördüğü ve İslam’da belirtilen en büyük günahlardan birini yapmış olur ki o da Allah rızasının haricinde bir ilim tahsili ve ilim talebinde bulunmuÅŸ olur. Bu sadece tasavvufta deÄŸil her ilim sahasında mezmun yani reddedilmiÅŸ çirkin görülmüş bir ÅŸeydir. Tasavvufun ön gördüğü haller bir kiÅŸinin bakış açısında olduÄŸu müddetçe deÄŸil bir kitabı okuma, bir tasavvuf büyüğünün yürüdüğü yolu bile öğrenmek, ayağını bastığı taşı bile öğrenmek tasavvuf yolunda insanın iÅŸine yarar. Ama o halden uzaksa… Aynı İslam gibi, nasıl biri Müslüman olmadığında Kabe’ye de gitse bir iÅŸe yaramıyor, imanı bozuk olduktan sonra alnı secde de çürüse bir iÅŸe yaramıyor, Kur’an okusa da gırtlağından aÅŸağı geçmese, sinesine inmese o Kur’an bir iÅŸe yaramıyor. Bir sürü hadis okuyan müsteÅŸrikler, papazlar var. Vatikan’da hadis bölümü var, ayet bölümü var, Kur’an bölümü var. Bu insanlar okuyorlar fakat mümin olmuyorlar. İmana götürdükten sonra her metin, her taÅŸ, her kıl, her toz hepsi birer ilimdir. O bakış açısını kazanmak içinde ille de kitap lazımdır demiyoruz. Ama kitap faydalıdır ki Allah da zaten Kur’an’ı, ayeti göndermiÅŸtir.

Tasavvuf felsefesini günlük hayatımıza nasıl adapte edebiliriz?

Günlük hayatımızda bizi alakadar eden ÅŸeylere bakalım. Ben kendi nefsimden misal vereyim. İyi yemeÄŸi, iyi giyinmeyi, iyi çevrede bulunmayı, iyi evde yaÅŸamayı gibi dünyevi ÅŸeyleri çok seviyorum, Bunlar bende ‘ben sahip olayım’ duygusunu uyandırıyor. Ben bunlara sahip oldukça benim sevgim artmıyor, saadetim artmıyor. Bir ev alıyorum daha iyisini almak istiyorum, bir elbise alıyorum ama eskiyor, güzel yemek yiyorum ama obez oluyorum ÅŸiÅŸmanlıyorum deÄŸil mi? Bir sıkıntı var orada istediklerimi tatmin ettiÄŸimde sıkıntı duyuyorum. BaÅŸka, bunu isteyen baÅŸkaları ile çatışmalarım oluÅŸuyor. Aynı dünyada yaÅŸadığımız zaman çatışma oluyor. BaÅŸka, çocuÄŸum var diyorum, arkadaşım var diyorum iletiÅŸim sıkıntısı çekiyorum. Sonra bir yandan da beni kemiren bir duygu var. Ben bu kadar sene yaÅŸayıp toprağın altına girmek için mi yaşıyorum. Yani bu kadar bana özenilmiÅŸ, ben neticede toprak mı olacağım... Yani n’olucak benim halim? Ahiret desem acaba bana uzak mı yakın mı? İşte bunlar beni hiçbir zaman rahat bırakmıyor. Benim huzura ermem için bu soruların cevabını almam lazım. Neden? Çünkü hayvan deÄŸilim. Hayvanın böyle bir hikmet arayışı yoktur. İnsan hikmet aradığı zaman insan kabul edilir. Dinde de insan, derdi olan adama derler. Dertsiz olan insana insan denmez. O halde benim bu dertlerimi tatmin etmem ve bunların niceliÄŸini, niteliÄŸini öğrenmem lazım. ‘Ne kadar çok derdim var, ne kadar az dermanım var?’ İşte bunu kendisine soran her insan tasavvufun potansiyel bir talebesidir. Niye benim sevdiklerimle böyle oluyor, niye sevdiklerime ulaÅŸamıyorum, niye nefret ediyorum, niye kıskanıyorum, niye merhamet ediyorum ya da edemiyorum, niye baÅŸkasının derdiyle dertlenemiyorum… Bu kadar telekomünikasyon ve iletiÅŸim ilerlediÄŸi halde niye ben hala aile içinde bile derdimi anlatamıyorum. Böyle bir sıkıntıyı çeken insan varsa zaten hayata tatbik edilir bir ÅŸey arıyor demektir. Tasavvufun talebesidir. İşte tasavvufun tatbik edilmeyiÅŸ kısmı benim hayatım, hayata tatbik edenler ise iÅŸte bu tasavvuf büyükleridir.

Namaz kıldıktan sonra yeri bile öper sufi, yer ile öpüşür. Secde ettikten namazı bitirdikten sonra hemen dönüp kalkmaz. Döner secde ettiği yeri öper öyle kalkar. Yerle bile helalleşir. Bu manayı düşündüğümüzde ne kadar ihtiyacımız var tasavvufa sorusunu sorduğumuzda, o zaman tasavvufun yaşanılabilir veya yaşanamaz olduğunu, günümüz insanına ne kadar hitap ettiğini bence öle anlamak daha doğru olur. İhtiyaca göre, yoksa soru şöyle olur tıbba benim ne kadar ihtiyacım var. Tıbba ihtiyacımız ne kadar vardır? En önce sadece hasta olduğumuz zaman zanneder insanlar, halbuki her noktada tıbba ihtiyacımız vardır. Ama bu sizin merak ettiğiniz ölçüde hayatınıza yansır. Sizin merak etmediğiniz sahalar hakkında acaba neler lazımdır, tıp neleri alakadar eder sorusunun cevabı yoktur. Her insanda değişir. Tasavvuf bu manada açlık çeken insanın, sevgiye ihtiyaç duyan insanın aldatmaması aldanmaması için yolda bulunması gereken, gönlünde fikrinde bulunması gereken bir hal ilmidir.

Tasavvufi bir kavram olarak insan-ı kamilden bize bahsedebilir misiniz? Kamil insan olma mertebesi ne demektir?

İnsanlık tarihine bakın, insanlık tarihinde birçok fikir zuhur etmiÅŸtir. Birçok inanç vardır, din adına insanların kabul ettiÄŸi. Ve Allahü Teala’nın beyan ettiÄŸi hakikatler vardır. Fakat dikkat edin insanlar bu fikirlerin arkasından gitmezler, bu fikri temsil eden insanların arkasından giderler. Yani insan-ı kamil demek, birinci tasavvufta kullanılan mana insanlar hep fikirlerinde, insanların arkasından gider dedik ya Allahü Teala terbiyenin sahibidir. Fakat terbiye etme iÅŸini insana vermiÅŸtir. İnsan insan ile terbiye olur. O sebep ile peygamber göndermiÅŸtir. Hayatta sevdiÄŸiniz ve nefret ettiÄŸiniz ÅŸeylerin hemen hemen hepsinin altında ya insani algılamanız ve insandan onu öğrenmeniz vardır. İnsandır sizi terbiye eden aktaran.

Tasavvuftaki insan-ı kamil de odur. İşte bu Cenab-ı Hakk’ın rızasını tahsil eden, mahlukata sevgisini ve merhametini oluk oluk veren, kendi nefsi için paye istemeyen fakat herkesin ihtiyaç duyduÄŸu ve insanlar arasında diÄŸer insanlar gibi olan- bunun da altını çizmek istiyorum- insanlar arasında gökten ışınlanarak gelen deÄŸil de senin, benim gibi olan fakat kullukta böyle göründüğü halde gönlü daima Allahü Teala’nın kendisine verdiÄŸi dersi okumak için etrafta uyanıkça ve o dersi tahsil etmek için her ÅŸeyde Hakk’ın dersini ve müfredatını gören bir insandan bahsediyoruz. Bu kamil insan, bir, peÅŸinden gidilen kamil insan olduÄŸu gibi bir de ÅŸahısların her birinin kamil insan oluÅŸu vardır. Şöyle ki, mükemmel bir insan modeli, örneÄŸi karşısında durur insanın fakat aynısı olma ÅŸansı herkeste olmayabilir. Hatta bunu Efendimiz olarak düşünürsek, Efendimiz’in s.a.v misli gibi yoktur. O ekmel-i mahlukattır. Kamilin de üstünde ekmeldir. Peki ne olabilir? Benim kabım nispetinde, ben kendimdeki kabiliyeti ortaya koyabiliyorsam ben de kamil insanım. Ne kadar çapım var benim, 30. 30’luk yaptığım zaman ben bir kamil insanım ama benim kamil insan oluÅŸum bir baÅŸka kiÅŸinin 30’luk yapması veya 20’lik oluÅŸu onun nafiz olduÄŸunu göstermez. Çünkü o kiÅŸinin belki 15’lik potansiyeli vardı, onu aÅŸtı. Allahü Teala hepimize aynı dereceden sual etmeyecek. SorduÄŸu soruların hepsini idrakımıza göre isteyecek. Benim 100 olma kapasitem vardı ben bunu 90’ını kullandıysam, ben eksik bir insanım. Sizde 200 olma kabiliyeti varsa siz 180 kullandıysanız, beni geçmiÅŸ olabilirsiniz ama siz de eksik olabilirsiniz. Buradaki ölçü budur.

İnsan-ı kamil tasavvufta 3 manada kullanılır. Birincisi Efendimiz s.a.v, tek, yegane. O’nu konuÅŸmayalım bile, o zaten kategori dışı. İkincisi, bu yolda, insanın gidebileceÄŸi yolda takip etmesi gereken kamil, mürÅŸid veya pir. Üçüncüsü de bunların yolunda giderken bir insanın kapasitesini doldurması, o da insan-ı kamildir. Bu kadar yapıyorum diyebilmesi fakat onu yapıncaya kadar da her ÅŸeyini ortaya koyması. Herhangi bir lise talebesi veya ilköğretim talebesi bile ancak ben bu kadar çalıştım sözünü kendi kendine muhasebe edebilir. EÄŸer çalışmadığı bir ÅŸeyler varsa onun da muhasebesini hocasından evvel verebilir. Biraz daha çalışabilirdim der, vicdani muhasebede. Allah bu oto kontrol sistemini muhasebe yapmamız için bize yerleÅŸtirmiÅŸtir.

Muhasebe yapmamız için bize yerleÅŸtirmiÅŸtir. Bunun Hakk’a çalışan kısmına vicdan denir. Vicdan ‘vecede’ kökünden gelir. Vecede bulmak demektir. Hakk’ı bulan adamın vicdan olur, Hakk’ı bilmeyen adamın vicdanı olmaz. Taklidi ahlaki olur, baÅŸkasını düşünüyormuÅŸ gibi yapar. İşte Amerika, iÅŸte Rusya süper güçler… Uzaylara gidip insanlara yeni yeni hayat yerleri aranırken soruyorum size, Afrika’da niye insanlar aç acaba? Niye insanlar bombalanıyor? Gerçekten mi bunu istiyorlar? Hakk’a yakın olan insanda vicdan olur, ötekisi taklittir. Vicdanım var diyen insanın Hakk’ı tanıması lazımdır yoksa vicdansızdır. Hakkı tanıyan bir insan o güzelliÄŸi fark eden bir insan düşündüğünde ÅŸunu da yapabilirdim der veya ancak bunu yapabiliyorum der. Allahü Teâlâ’nın öğrendikten sonra baÅŸkalarından bu ilmi alamaya çalıştıktan sonra bu kadarını yapabiliyorum Yarabbi deyip de Allahü Teâlâ’nın gel de ÅŸimdi ben seni o zaman bu menzile çıkartayım dediÄŸi zaptlarda insani kamillerdir.

Yani bu yolda ilerleyene kayıp yoktur o yüzden tasavvuf yolcuları kainat kullananı beri her zaman daha çoktur. En çok zümre en kalabalık zümre bu zümredir çünkü burada zarar etme diye bir şey yoktur, terk etmedikten sonra Hak için bulunduktan sonra şöyle bile bakana rahmet vardır.

Mevlana’nın Mesnevi’sini okurken içinde neler buluyorsunuz?

Bir M.Ö. ve M.S var. Milattan önce ve Milattan sonra diyorlar. Bir de Mevlana’dan önce, Mevlana’dan sonra, benim hayatımda da var bu. Ben Hz. Mevlana’ya gittiÄŸim sıralar, ben ona gidiyorum ve onu okuyorum zannettiÄŸim sıralarda Hz. Mevlana benim için çok güzel sohbet eden insandı, çok güzel hikayeler anlatan, insanı ÅŸaşırtan bir insandı. Fakat o zamanlarda ben 60, 70, 80 sayfa Mesnevi okuyordum. Fakat bir zaman sonra Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi Efendimiz’in anlattıklarının hikaye olmadığını ve insanın ta kendisi olduÄŸunu seyid üsluptaki durakları tek tek anlattığını görünce bendeniz hali hazırda ÅŸuan Mesnevi’den 30-40 beyitten fazla okuyamıyorum bir oturuÅŸta. Bazen iki beyitte takıldığım oluyor ama en fazla okuduÄŸum 30 beyit bu da iki sayfa tutmuyor. Yani öyle çiÄŸneyip tükürülecek bir ÅŸey deÄŸil Mesnevi beyitleri. Çok dehÅŸet ÅŸeyler birebir menzili anlatıyor birebir sizi anlatıyor.

Onun ÅŸerhiyle beraber içine girdiÄŸinizde siz orada lazım olan benliÄŸinizi, hiç sevmediÄŸiniz benliÄŸinizi, ÅŸahsiyetinizi, egonuzu, enaniyetinizi, hüviyet-i hakkınızı anlattığını fark edince ki hüvviyeti hak ÅŸu anlama gelir, benim nüfus cüzdanım olduÄŸu gibi bir de Hakk’a gösterebileceÄŸim hüvviyetim var. BaÅŸka hüvviyet kabul etmiyorlar, örneÄŸin havalimanına gittiÄŸinizde öğrenci kimlik kartınızı kabul etmiyorlar nüfus cüzdanını istiyorlar. Orda geçen bir kimlik var ona hak hüviyeti deniyor. Yani Allahü Teâlâ’nın senden istediÄŸi, ben alemleri bilinmeklik için yarattım, bilebilecek olarak da seni yarattım. Sen bu bilginin neresindesin diye sorduÄŸunda, bilemedim demek için bile söz hakkının olabilmesi için bir hüviyetin olması lazım. İşte tüm bunları anlattığını fark edince Hz. Mevlana’nın, senelerce tartışan, onunla bununla çekiÅŸen, tartışma dosyaları münakaÅŸa dosyaları hazırlayan ben Hz. Mevlana’dan sonra ne kadar elimde buna benzer delil varsa, bunları yok etme ve altındaki belgesiz, delilsiz, huccetsiz, onlar acaba bana ne giydirecek diye beklediÄŸim zamanlardır ki bu M.S’dir, Mevlana’dan sonraki kısmı.

Hz. Mevlana, söylenmemiÅŸ söz bırakmamıştır. Bugün herhangi dünyevi bir mevzu alın, siyasi bir mevzu alın veya Kur’an’dan bir mevzu alın, gelin getirin konuÅŸalım, ben size Mesnevi’den cevap veremezsem bu hususta, bu söylediklerimin hepsini yalan kabul edebilirsiniz. Ama bu hususta da iddia ediyorum, bugün kimin tartışılan mevzusu varsa Mesnevi’de onun cevabı vardır.

Neden? Bir okudum oradan biliyorum, iki Kur’an-ı Kerim’in tefsiridir. Kur’an-ı Kerim’de küçük büyük hiçbir ÅŸey eksik deÄŸildir diyor Hz. Allah. Hepsi mevcuttur diyor. ‘Göre nedir görene ? Köre nedir köre ne?’ diye bir söz vardır. Hz. Mevlana’nın Mesnevi’si ÅŸiir deÄŸildir. Zaten kendisi de söyler, “Ben ÅŸiiri hiç sevmem, nefret ederim ama insanlara aktarmak için bu ÅŸiiri kullanıyorum” der. Hz. Mevlana ÅŸair deÄŸildir bu mutasavvıf da deÄŸildir. Mutasavvıf, tasavvufu hayatında yaÅŸamak için deÄŸil, öğrenmek için tahsil eden adamlara derler. Hz. Mevlana sufidir. Felsefeci, feylosof deÄŸildir, velidir.

Allah’ın ulema-i muhakkikin denilen alemlerindendir ve hali hazırda 700-800 sene evvel hali hazırda insanları ruhen irÅŸad eder, kendisi hakkında yazılan eserlere bile bizzat müdahale eden, edebilecek bir Allah velisidir. Görünmedikten sonra olabilir, Efendimiz’le aynı yerde yaÅŸadığı halde Efendimiz’in mürvetinden haberdar olmayan bir alay insan vardı. BaÅŸkalarının bunu bilmemesi onun öyle olmadığını göstermez ama bir gerçek vardır ki yetiÅŸtirdikleri eserleri ortadadır. Bugün hala bizim 70-80 senelik tarihimizde araÅŸtırma konumuz istenmez, sanata model istenmez bizde. Ama hala Hz. Mevlana istenir. Biz kürsüsünü kurmamışızdır, ÅŸuan yurtdışında 30’dan fazla Mevlana kürsüsü vardır. Hangi bakış acısıyla bakılırsa bakılsın birazcık derinleÅŸtirildiÄŸinde Hz. Mevlana’nın insanlık için Allah tarafından gönderilen bir lütuf olduÄŸu anlaşılır.

Mesnevi’nin ilk kıssası olan padiÅŸah-cariye kıssasının ÅŸerhini yayımladınız. Kitabınızdan biraz Bahsedebilir misiniz? Bu kitap nasıl bir ihtiyacı karşılayacak?

PadiÅŸah Cariye Kıssası, anahtar kıssa mahiyetindedir. İnsanlar Mesnevi okusun diye konuÅŸuluyor fakat günümüz insanına hitap edebilecek bir mesnevi metni bulmak zor, bilhassa gençlere. Mesnevi okudum, anlamadım, acayip bir hikaye anlatmış diyor. Orada da kuyumcuyla cariye falan var, ‘ne iÅŸtir bu’ tarzında bir algılamaya yol açıyor

Yani iki üç farklı tip çıkıyor ortaya. Mesnevi’ye yönlendiriyorsunuz hiç anlamıyor, bakıyor, bakmıyor bazısı lirik kısmına ÅŸiir kısmına takılıyor, bazıları hikayelerine bakıyor. ‘Hz. Pir dindar adammış ama bayağı da teferruat vermiÅŸ, roman yazmış, dizi filmi tarzında mübarek’ gibi alaylar oluyor, bazıları da çok abartıyor. Nasıl abartıyor? İslam fikrinden ayrıymış gibi onu incelemeye kalkıyor. Böyle bir ÅŸeyi yapmayın etmeyin demek yerine fiilen bir hizmette bulunmanın uygun olduÄŸunu epeydir düşünüyordum. Etrafımın ve hocalarımın teÅŸvikiyle bu eseri kaleme almak mecburiyetinde kaldım. Bir çok ÅŸerhten bir süzmedir ama aynı zamanda günümüz gençliÄŸinin kullandığı lisanda yakın ifadeler vardır. Tabi bazı paragraflar ağır gelebilir, onun da sebebi anlattıklarımızın hikaye olmadığı belli olsun ve ilmi kaynaklara da indiÄŸimiz anlaşılsın diyedir.

Bu kıssa ile biz giriş faslını anlattık

Padişah cariye hikayesinde anlatılan insanda, normal olarak pek dış etkiye maruz kalmamış, normal bir hayat sürmüş, çok kötülüğe maruz kalmamış, nispeten fıtraten orta halli bir insanda bulunan kalp, ruh, nefis havas-ı hamse dediğimiz beş duyu organı ve bu beş duyu organın altındaki yine mütefekkire gibi kuvveti vahime gibi kuvvetler korku, heyecan, nefsi emare, heva heves, şehvet, akıl, bunlar bir insanda nasıl bir halde bulunuyor ve nelerle temasa geçince harekete geçiyor, Padişah Cariye hikayesi bunu anlatıyor. Oradaki padişah aklı maadı, diğer sahte hekimler aklımı maaşı yani hayvani aklı, cariye nefsi, gerçek hekimin kalbi anlatıyor. Şimdi koskoca bir esere var ve ilk kıssa anahtar mahiyetinde de bu.

Hz. Mevlana burada anlatılan, kıssa da geçen remizleri idrak edersek, onun üzerine ilave edilecek ÅŸeyleri getiriyor. Hepsi remizdir bunların, padiÅŸahtan kasıt nedir, saray nedir, sarayın dışı nedir. Semerkant diyor mesela, niye Semerkant demiÅŸ? Bunu bile boÅŸa kullanmamış. Semerkant’ta bir kuyumcu derken neyi kastetmiÅŸ? Nefsi emmare ÅŸehrini kastetmiÅŸ, neden, hepsini remizlerle kastediyor. Peki neden bunu dosdoÄŸru anlatsa da anlamasak? Hangi ÅŸey dosdoÄŸru hayatımızda… Siz sofraya oturduÄŸunuzda 300 karbonhidrat, 200 protein, 500 yüz de vitamin verir misin diyor musun? Hayır, kendin ÅŸekle, forma soktuÄŸun ÅŸekilde istiyorsun, bu da bir estetik meselesidir. O estetiÄŸe uyduÄŸunuzda gayri ihtiyari oradan geçebilecek bir kıvama geliyor vücudumuz. O sadece bilgi olarak alındığında iÅŸinizi görmüyor. Çünkü siz estetikle yaratılmış bir dünyada yaşıyorsunuz. Kendi estetik duygunuz da var onu o ÅŸekilde gösteriyor. Bir de evinizin bir kapısı vardır, tülü vardır, sizin kendinizi göstermek istediÄŸiniz kiÅŸiye bile giyindiÄŸiniz bir elbise vardır. Derece derecedir. Yabancıya karşı duran yanınız vardır, orta halli bir de daha özelinizde yaptığınız tefli ÅŸat veya giyim kuÅŸamınız vardır. Aynı bunun gibi Arapça da beyit ev demektir. Beyitlerle anlatıyor Hz. Pir, ev ev… Bu eve mahrem olabilmek için kapıyı usulcacık tıklatmanız lazım, içeri dahil olmanız lazım. Mesnevi ÅŸerhinin ilk kıssasında, biz kapıdan içeriye giriÅŸ faslını anlattık, eÄŸer insanlar orda edebi ÅŸekilde oturursa diÄŸer kıssaları da anlar diye düşündük.

Tasavvuf felsefesini anlamak isteyenler için hangi kaynakları okumalarını önerirsiniz?

İlk önce ilmihal okumalarını tavsiye ederim. Yani Allah nedir? Hangi Allah’a inanıyoruz? Meleklere inandılar da meleklere diÅŸili erkekli zanneden insanımız çoktur. Bir kere Amentü’yü çok iyi bilmesi lazımdır. Yani tasavvufu öğrenmek isteyen bir kiÅŸi tüm ilmihali bilecek. Sonra da kendisine Cenab-ı Hakk’a iman ettiÄŸi zaman mükellef olduÄŸu ibadetler hakkında bilgisi olacak. Hiç olmazsa tasavvufu hakikaten sinesinde, içinde hissedebiliyorsa o sevgiyi zikretmesi lazım, sevdiÄŸiyle beraber olacak ÅŸekilde, onları öğrenebilecek amelleri yaÅŸaması lazım. Çünkü neden? Sevgiliyle yakınlaÅŸmanızı saÄŸlayan ameller olduÄŸu gibi sevgiliden uzaklaÅŸtıran ameller de vardır. SevmediÄŸi bir ÅŸeyi sevdiÄŸiniz birisine yaparsanız, vurup masadan kalkabilir mesela, sevdiÄŸini bilmek zorunda olduÄŸunuz gibi sevmediÄŸini de bilmek zorundasınız. O zaman sevgiyi, sevgiliyle tasavvufta anlatılan Hakk’la arasında perde olabilecek ve o sevgiye sekte vurabilecek amelleri de bilmesi lazım. Bir kere bu tahsili yapmak için lazım olan kitapları alması lazım. Fıkıh bilgisinden sonra Kimya-yı Saadet’i okuyabilir, Mantıku't tayr, Müzekkin Nüfus EÅŸrefoÄŸlu Rumi’nin, Abdülkadir Geylani’nin El Fethü´r Rabbani’sini ve bu arada Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin Mesnevi’sine baÅŸlayabilir. Ama bunlarla beraber daima okuması gereken, Efendimiz’in ve hayatı sahabenin hayatıdır. Bir de ilaveten rahatlamak için Nefahatü'l Üns’ü veya Tezkiretü'l evliya’yı okuyabilir. Bunların hepsinin tercümesi vardır Türkçe’ye. Bunları okuduÄŸu zaman hem merakı artacak hem bilgisi artacak. İlim insanın manevi açlığını artırmıyorsa o ilim deÄŸildir, ona baÅŸka bir ÅŸey karışmışıdır. İlim tatmin olmayan bir insanların girebileceÄŸi sahadır ve bilmiyorum dedikçe açılan bir sahadır derler.

Son yıllarda Mevlana, Mesnevi ve Şems gibi unsurların toplumda çok öne çıktığını görüyoruz. Bunlarla ilgili kitaplar, sosyal paylaşım sitelerindeki paylaşımlar ya da TV programlarında sohbetlere çokça rastlanır oldu. Bundan hareketle toplumumuzun günümüzde tasavvufa ilgisinin fazlalaştığını söyleyebilir miyiz?

Biz batılıların, yaÅŸadığı iflası çok sonraları yaÅŸamaya baÅŸladık. Sanayi devrimiyle yaÅŸadıkları ahlaksızlık boyutunu biz daha geç sanayileÅŸtiÄŸimiz için daha geç yaÅŸadık. Onlar daha erken yaÅŸadıkları için bu iflası bizim kaynaklarımıza bizden daha evvel müracaat ettiler ve onlar Mevlana’yı keÅŸfettiler. Biz keÅŸfetmek hususunda da onları taklit ettiÄŸimiz için Mevlana’yı keÅŸfederek baÅŸladık. Batılı bir keÅŸif var burada, bu insana mahsus bir keÅŸif yok henüz. Ve en önce onların keÅŸfettiÄŸi Mevlana’dan yola çıktık. Kolay çünkü, hazırlanmış birçok ÅŸey ortada, bir kere hadiseyi böyle görüyorum. Bu birincisi, iki, daha önce de belirtmiÅŸ olduÄŸum gibi hayatında belli sıkıntıları çeken insanlar tasavvufa daha çok mehil edeceklerdir dedik ya, iÅŸte o çıkıyor.

İinsanların ailesindeki yaÅŸlı sayısı azaldı, ihtiyar insanla oturma sayısı azaldı. Eskiden 10 nüfuslu aileden iki kiÅŸi çalışıyordu, 10 nüfusa bakıyordu. 10’u birden çalıştığı halde para yetmez oldu, bereketsizlik oldu. Her ÅŸeyi elimizle yapıyorduk, ben 10 sen filan evde cam sildim, evi temizledim erkek çocuÄŸu olarak fakat biz yine ailecek oturup konuÅŸabiliyorduk. Her ÅŸeyimiz otomatik oldu, temizlikçi kadın da var ÅŸuanda ama biz oturup konuÅŸamıyoruz... İnsanlar insanlığını kaybetti. İnsanlar hiç bu kadar hakaret görmedi bu asırdaki kadar, hiç bu kadar kan dökülmedi, hiç bu kadar hastalık olmadı, hiç bu kadar birbirine karşı düşmanlık olmadı. Manayı kaybetti çünkü…

Bu ne ki… Bunlar son zamanlarda falan deÄŸil. Bu çok mühim elzem bir ihtiyaç olarak karşıya çıkacak. En önce keÅŸfedilmiÅŸlerden ortadaki olanlar bakıncaklar bu da bir müddet sonra gidecek, bunlar da bir müddet dünyevileÅŸtirilecekler size söyleyeyim. Bunlar da materyalist ve kapitalist sistem içerisinde bir müddet öğütülecek. Ama sonradan Hz. Mevlana’nın esas temsil ettiÄŸi insan tipi ortaya çıkacak. Hz. Mevlana deÄŸil, onun temsil eden insan tipi. Çünkü Hz. Mevlana tasavvuf sahasına yeni hiçbir ÅŸey getirmemiÅŸtir, sadece olanı farklı ÅŸekilde sunmuÅŸtur. İnsanlar Cenab-ı Pir’in yaptığı ÅŸekilde o gününün insanını kurtarmıştır o günün insanının, siyasetçisinin, tüccarının hatta sefil arzular üzerine peÅŸinden koÅŸanların bile ihtiyaçlarını görecek ÅŸekilde onları düzenleyecek bir sistem ortaya koymuÅŸtur Hz. Pir. Günümüz insanı bunu da taklitle yaptığı için öteye geçemiyor. En sonunda onlar da Hz. Pir gibi bir icat etme bu aÅŸkla insanına yarayan, vatanına yarayan, insanlığa yarayan bir muhabbet teessüs etme gayretine girecekler. İşte asıl o zaman tasavvuf kendisini gösterecektir diye düşünüyorum. Åžu anda senelerdir akmayan nehirden bazı sular akıyor akmakta… Ama elbet sular hem mecranı bulacak, hem de mecrayı temizleyecek ve esas orda anlatılmak istenen ÅŸey, güzellik ortaya çıkacak diye düşünüyorum.

Röportaj: Gizem Gül
FotoÄŸraflar: Zuhal Erkek

on5yirmi5

 

Bu Ropörtaj 4258 defa okundu.
Diğer Röportaj Başlıkları
Ö. Tuğrul İnançer ile Söyleşi 03.06.2013
Mahmud Erol Kılıç ile söyleşi 30.12.2012
Bilal Kemikli ile Tasavvuf ve Şiir Üzerine Söyleşi 20.09.2012
H. Nur Artıran ile Bayram üzerine 21.08.2012
Ömer Tuğrul İnançer ile 31.07.2012
MEHMET DEMİRCİ İLE... 15.05.2012
Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç ile... 04.04.2012
Cemalnur Sargut ile söyleşi 09.03.2012
Emin Işık Dede ile bir Röportaj... 28.12.2011
Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç ile... 04.10.2011
MUHSİN İLYAS SUBAŞI İLE RÖPORTAJ: 13.06.2011
Prof. Dr. Cihan Okuyucu ile Ropörtaj 13.04.2011
MAHMUD EROL KILIÇ ile 05.01.2011
Mevlana Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Yrd. Doç. Dr. Nuri Şimşekler 13.12.2010
Prof. Dr. Dilaver Gürer ile Mülakât 15.09.2010
H. Nur Artıran ile Ropörtaj 23.07.2010
Mehmet Fatih Çıtlak ile Edeb üzerine Mülakât 13.06.2010
EMİN IŞIK HOCA İLE TASAVVUF VE MEVLEVİLİK ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ 24.04.2010
İsmail Güleç ile Mesnevi Üzerine... 24.03.2010
İbrahim Gamard ile 18.02.2010
Prof. Dr. Ethem CEBECİOĞLU ile bir mülâkat 22.01.2010
Postnişin Mustafa Holat ile Ropörtaj... 14.12.2009
SavaÅŸ Åž. Barkçin’le Ropörtaj 05.11.2009
Dr. Safi ARPAGUÅž ile... 01.10.2009
Prof. Dr. Mehdi Aminrazavi ile 18.08.2009
Cemalnur Sargut ile Aşk Üzerine 27.05.2009
Ö. Tuğrul İnançer ile... 11.04.2009
Mahmud Erol Kılıç ile... 06.03.2009
Nur Artıran ile Söyleşi 15.01.2009
Seyid Hüseyin Nasr İle Mevlana Üzerine Söyleşi 19.12.2008
Üftâde Sempozyumu
Mehmet Demirci
Hz. Muhammed (s.a.v.) 'den Özür...
Muhsin İlyas Subaşı
GERÇEK VE SAHTE DİN REHBERLERİ
Misafir Yazar
BeÅŸ Duyu ile Yetinmek
M. Sait Karaçorlu
Hüdhüd ile karga arasındaki kavga
İsmail Güleç
MESNEVÎ HİKÂYELERİ
Adnan K.İsmailoğlu
CELALEDDİN ÇELEBİ (II)
Lokman D. Solmaz
Sufi ve Tasavvuf
Cemalnur Sargut
KİMİN MÜRŞİDİ YOKSA
Mahmut Erol Kılıç
Hz. Mevlâna'yı yadediyoruz
Bilal Kemikli
MEVLANA DOSTLARINA TARİHLER-I
İsmail Yakıt
Bir zamanlar adalet deyince
Cuma Mektupları
MESNEVÎ HİKÂYELERİ ÜZERİNE
Nuri ÅžimÅŸekler
Sahte Åžeyhler
Editör'den
DerviÅŸ...
Mehmet Fatih
Dünyanın düğünü var
H. Nur Artıran
İSLAM TASAVVUFU - Soru ve Cevaplar
Editör'ün Seçimi
MEVLÂNA'YA GÖRE HZ. MUHAMMED (SAV)
Yakup Åžafak
Anasayfa | Hakkımızda | Site Haritası | İletişim | E-mail
Semazen.net'in resmi web sitesidir.
Web sitemizin dışında farklı sitelere yönlendiren linklerin içeriklerinden Semazen.net sorumlu tutulamaz.
Copyright © 2005, Tüm Hakları Saklıdır.
Sayfa oluşturma zamanı: 0.0377 sn.
Programlama: CMBilişim Teknolojileri Görsel Tasarım: Capitol Medya