KİMİN MÜRŞİDİ YOKSA
Özellikle Vehabi teolojisine çok terstir bu. Çünkü bu tür araç kılmayı, şirkle bağdaştırdıklarından kabul etmezler. Hayır; Cenab-ı Allah her zaman vesilelerle, aracılarla ve araçlarla konuşmuştur insanla. Ama problem şudur; araca araç olarak takıldığınız zaman Hakk’ı unutmak… Böyle bir tehlike de vardır. Bu sebeple kesin olarak sabit olmuştur ki mutlaka bir muallim, bir terbiyeci gerekir.
EVLİYA ENBİYADAN AYRI BİR KATEGORİ DEĞİLDİR
Cenab-ı Allah, insanları farklı sınıflarda ve farklı hallerde yaratmıştır; insanlardan bir kısmını vahiy ve ilham ile Allah’a yolculuk yapan evliya ve enbiya zümresinden oluşturmuştur. Evliya ve enbiya; İslam tasavvufunda zahir ve batın karşılığındadır. Yani ikisi iç içedirler. Evliya, enbiyanın mirasına sahiptir; evliya, enbiyadan ayrı bir kategori değildir. Evliya kendi başına hareket eden bir grup değildir; enbiyanın davasını güden, şerh eden, o davanın izini sürendir. Çünkü nebilerin getirdiği doktrin mücmel, yani topluca gelir. Evliyalar, o topluca indirilmiş olanı açar. Onun içindir ki Şeyh-i Ekber İbni Arabi, Fütuhat-ı Mekkiye eserini Kur’an-ı Kerîm’in mahzeninden, ruhundan aldığını söyler.
ALLAH DOSTLARINA DA VAHİY GELİR
Fütuhat-ı Mekkiye’ye bu manada baktığımız zaman bir Kur’an tefsiridir aslında. Ama ayet ayet açıklamaz. İşte ayet ayet açıklama, gramer açıklaması oluyor. Bunu, mana açıklaması olarak görmek önemli. Yani siz Kur’an’ın ruhunu tohum olarak içinize atarsınız, attıktan sonra da Kur’an’ın ruhu üzerinden konuşursunuz. Onun için İbni Arabi der ki Kur’an, Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz’e Cebrail aracılığıyla nazil olmuştur; ki Cebrail as burada akl-ı Muhammedi’dir. Aslında- akl-ı Muhammedi’den kalb-i Muhammedi’ye nazil olmuştur Kur’anımız. Hz. Muhammed’e inen o vahiy, Hz. Muhammed’den de bize iner. Allah dostlarına da vahiy gelir ama hakikat-i Muhammediye’den ve Kur’an Hazretleri’nden. Onun için; bir elimize Kur’an alıp okumak vardır, bir de o Kur’an’ın ruhunu anlamak vardır. Asr-ı Saadet’te hakim olan mana mıydı yoksa literal açıklama mıydı? Zaman zaman her ikisiydi fakat asıl olan manaydı. Mana esas olduğu içindir ki “ikra” dendiği zaman Hz. Peygamber’in elinde bir kitap yoktu.
KAMİL İNSANLAR KALPLERİ PRESLER
Tasavvufta “Ben okuma bilmem” cevabına mukabil gelen Cebrail as tarafından gerçekleştirilen “sıkma”, “presleme” sembolizminin izahı çok önemlidir. Belirli bir tazyik ve pres, yüklenme var. Buna sufiler “kalbin kalbin üstüne konması” derler. İnsan vücudunda letaif merkezleri vardır; bunların en güçlülerinden biri kalptir. Tarihte kalplerini gerçekten çalıştırabilenler olmuş, şimdilerde kaşıkçı elmasına sahip olmak gibi nadir bir durum. İşte o sıkıştırma olayı adeta halin giydirilmesi hadisesidir. Kâmil insanların hallerinde bir enerji vardır; o insanların libası altına girmek, o insanlar tarafından mesh edilmek gibi İslam tasavvufunda şeriat dâhilinde olan bazı uygulamalar vardır. Eğer tasavvuf ekollerine ait ritüel kitaplarına bakarsak, bunları görürüz.
TEKRAR MANAYI HUSULE GETİRİR
Peki neden üç kez tekrarlandıktan sonra? Madde âleminde bir mananın tahakkuk etmesi ancak tekrardan sonra olur. Tekrar çok önemlidir; madde âleminde hakikat, bir kerede çıkmaz ortaya. Hakikat, tekrarlanmakla yer eder. Bunun için Kur’an’da da diğer kutsal kitaplarda da hayatımızda da günlerde, saatlerde de tekrar vardır. Ancak her tekrar aynı değildir. Spiral bir ilerleme düşünün; dönüp aynı yere gelmişsinizdir ama aynı çizginin bir üst katmanındasınızdır yani lineer değil spiral bir ilerleme söz konusu. “Et tekraru ahsen velev kane yüz seksen” yüz seksen kere de olsa tekrar güzeldir... Namaz dört rekât, dört rekatte de aynı sure okutturuluyor; bunun sırrı enteresandır. Dört rekatte de Fatiha okuyorsunuz. “Fatiha’sı olmayanın namazı olmaz” diyor kitaplar; ondan sonra istediğini oku ama onu değiştiremiyorsun. Dolayısıyla Fatiha’nın sırrı da önemli. Neden otuz üç kere “subhanallah,” Bir kere desem yetmiyor mu? Neden otuz üç? Neden tekrar? Bunların hiçbiri rastgele sayılar değildir, hepsinin hesabı vardır; hepsi bilinçli bir eylemdir. Bir şeyi tekrarlamak, manayı husule getirmede etkilidir.
GÜNAHA DEVAM EDİYOR OLMAK BÜYÜK GÜNAHTIR
Onun için Allah isminin manası zuhur edene kadar Allah ismi zikredilir. Tekrarlar, önemli sırlara sahiptir. Şeriat fetvasıyla ilgili bir şey söyleyeyim; mesela bir kötü eylemin de bir kere yapılmasıyla o eyleme devam etmek arasında fark vardır. Yani, günaha devam ediyor olmak; büyük günahtır. Günahı tekrar etmek de bir süre sonra kişideki maneviyatı bozuyor.
Maneviyat, anne karnındaki, fetüsteki zar gibidir; bebeğin etrafındaki zar gibi. O zar bir kere delinince içindeki bebek yaşayamaz hale gelir. Onun için spiritüel hayatı yaşayan insanlar, o mukaddes maneviyat zarını korumak zorundadır. Günahlar, o zarı deliyor fakat bu bir kerede olmuyor, günahlar tekrarlandıkça bir müddet sonra zar, artık yamanmaz bir hale geliyor. Hayırlarda da böyledir bu; bir hayrın çok büyük faydası var ama hayır tekrarlanırsa insanda yer etmeye başlar artık, manasını getirir kişiye…
İNSANLAR ARASINDA DA HARD DİSKİ VİRÜSLÜ OLANLAR VARDIR
Biz okumak fiilini “kara’a” kökünü, İngilizcedeki “reading” gibi anlıyoruz; önümüzde bir metin var ve oradan satırları okumak suretiyle bir okuma gerçekleştiriyoruz. Bu, kıraat etmek değildir. Kıraat etmek, bir bakıma “scan” etmektir, taramaktır ve anlamını indirmektir. İki bilgisayar arasında bir kabloyla bilgi alışverişi yaparsınız; insanlar arasında da böyledir. İnsanlar arasında da hard diskinde bilgi olanlar ve hard diski boş olanlar yahut hard diski virüslü olanlar vardır. Böyle bir benzerlik kurabiliriz bilgisayar teknolojisiyle. Buradan İslam tasavvufunu bilimselleştirdiğim fikri çıkmasın; öyle bir gayretim yok ama şunu bilmek lazım ki bilgisayar teknolojisi de varlık içerisinde olup biten bir şeydir ve insandan kopya çeker. Bu bakımdan misal olarak kullanmaktan çekinmiyorum; gerçekten hayatımda da tecrübe ediyorum aynı şeyi. Bilgisayarı “tık”larsanız açılır, kendi kendine açılmaz. Ben önce bilgisayarın yanına gidiyorum, düğmesine basıyorum ve o “merhaba” diyor bana, açıyor kendini. Sonra hangi dosyayı istersem “tık”lıyorum; bir dosya, bir dosya daha ve ardından bir dosya daha. Dosyalar içinden dosyalar çıkıyor. Ama ben bilgisayara baktığım zaman tek bir katman görüyorum fakat bilgisayarın içinde dosyalar var. Aynen böyle de âlemin içinde alemler var.
BEN DİYORUM “İNSAN-I KÂMİLDEN GİDELİM” SEN DİYORSUN “HACİ ŞİRK”
Şimdi önüne gelen “Mürşid de neymiş” “Rabıta Kur’an’da var diyenin canı çıksın” deyip ortalıkta âlim diye dolaşıyor. Bilhassa Vehabiliği yol edinen kardeşlerime söylüyorum; “rabıta”sız bilgisayar bile açılmaz. Bir dosyayı açmadan diğer dosyayı açamıyorsun, dosyanın içinden geçiliyor diğer dosyalara, ben ne yapayım, beni ta’n etme, ben de Hakk’a gitmek istiyorum sen de Hakk’a gitmek istiyorsun ama ben diyorum ki “insan-ı kâmilden gidelim” sen de diyorsun ki “hayır, şirktir, direkt gidelim”… Buyur git gidebiliyorsan; yok… O kendisi gönderdi nebileri, insan-ı kâmili, öyle olsa göndermezdi, nebilik diye bir müessese olmazdı, Allah “Ben hepinizin rabbiyim, hepinizin hard diski benim” derdi ve oradan her şeyi download ederek gönderirdi bize. Hayır, öyle yapmıyor. Önce talim süreciyle bizi birine gönderiyor. O yüzden dosyaları iyi tanımak lazım, virüslü dosyaları açmamak lazım. Öyle dosyalar var ki açtığınız anda sizi yanlış sitelere yönlendiriyor; tam bir modern hayat… Onun için sağlam dosyaları açmak, sağlam yoldan gitmek gerekiyor.
Onun için kimin mürşidi yoksa, o vazifeyi şeytan üstlenir. Çünkü insan ne kadar inkar etse de; amma hakiki amma sahte ‘şeyh’siz ve ‘şeyha’sız olamaz! İnsan taşa, tahtaya tutunsa faydasını görür de, kâmil bir insana dayanıp yolunu nasıl bulamaz. Mürşid-i kâmilleri inkar eden aslında kendi özündeki yüceliğin reddindedir; acil bir virüs programına ihtiyacı var demektir.
Yeni Dünya Dergisi Mayıs 2011
|