Site Haritası
Kur'an-ı Kerim
Hadis-i Åžerif
Hz. Mevlana
Eserleri
Bahâeddin Veled
Seyyid Burhaneddin
Åžems-i Tebrizi
Selahaddin Zerkubî
Sultan Veled
Hüsâmeddin Çelebi
Hz.Mevlâna Dergâhı
Sema
Adab ve Erkan
Yolun Mertebeleri
Çelebilik
Mevlevi Ayinleri
Mevlana İhtifalleri
Akademik
Yükle
Hizmeti Geçenler
Mesnevi Sohbetleri
Mesnevi Hikayeleri
Fihimafih Okumaları
Duyuru&Etkinlik
Haberler
Semazen Video
Semazen Radyo
E-Kart
Projelerimiz
Foto Galeri
Soru ve Cevaplar
Linkler
Evrad-ı Şerif
KONYA
Dinletiler
Ney NaÄŸmeleri



 

Google

Kur'an-ı Kerim

Dinleyelim

Hz. Mevlânâ'nın eserlerinden hangisini okudunuz?
Mesnevi
Divan-ı Kebir
Fihimafih
Mecalis-i Seba
Mektubat
Birkaçını
Hiç Birini
 
Sahte Åžeyhler
30 Mayýs 2012 13:06

Mesnevî Beyitlerinde

 Sahte Åžeyhler, Sahte MürÅŸidler 

 

Åžu davullu, bayraklı ham kiÅŸiler gibi… Onlar da, “Bizim yokluk yurdundan haberimiz vardır. Yokluk yolunun ulaklarıyız” diye bağırıp çağırırlar.

Onlar, dünyaya şeyhlik lafını yaymışlar, kendilerini Bayezit Bestami sanmışlardır.

Kendi kendilerini Hakk yolunda yürüyor sanmışlar, Hakk’a ulaÅŸtıklarını iddia etmiÅŸler, Hakk yurdunda meclis kurmuÅŸlardır.

Damadın evi, karmakarışık kötülüklerle, şerlerle dopdolu; kız tarafının bundan haberi bile yok.

“Bunların çoÄŸu, gösteriÅŸe kapılmış, ÅŸeyhlik hevesine düşmüş kiÅŸilerdir. Bunlar, etraflarındaki saf insanları kandırarak kendilerini mana yönünde ilerlemiÅŸ olarak tanıtırlar ve dolayısıyla itibar görürler. Bazen maddi menfaat de saÄŸlarlar. Bunlar, kendilerini Bayezit Bestami zannederler. Fakat ÅŸeyhlik edebi nedir? Bir kimse hangi mertebeye varırsa ÅŸeyh olur? Ondan haberi yoktur. Kim ÅŸeyh olmaya layıktır? Bilmezler. İddialarına bakarsanız, kimseyi beÄŸenmezler. Etrafa kendilerini Bayezit gibi gösterirler. Zavallılar, onun iç yüzünü bilseler, onun gönlünü görebilseler, hürmet ettikleri kiÅŸinin Yezit’ten de aÅŸağı olduÄŸunu, hatta Yezit’in ondan ar edeceÄŸini görürlerdi. Çünkü ÅŸeyh geçinen bu kiÅŸilerin nefs-i emmare sıfatlarından kurtulmuÅŸ, nefsin afetlerinden sıyrılmış, Hakk’a nasıl ve ne yüzle vasıl olunur, bilememiÅŸ kiÅŸiler olduÄŸunu anlarlardı. Bu hasta ÅŸeyhler, kendilerini Hakk’a ulaÅŸmış, her ÅŸeyi bilmiÅŸ ve anlamış, asla ÅŸekli kalmamış birer mürÅŸid-i kâmil sanarlar. Ve etraflarına kendilerini öyle tanıtırlar. Bu sebeple halkı Hakk’a ulaÅŸtırmak ve onlara yol göstermek için bir meclis kurmuÅŸlar, oraya gelenlere kendilerinin Hakk’a aÅŸina olduklarını, ona vasıl olduklarını söyler dururlar. Hazreti Nebi Aleyhisselamın ve ona varis olan velinin de kendisi öyle tanıdık olduÄŸundan, haber alıp verdiÄŸinden bahsedenler de vardır. Bunlar esma-i ilahîyi tamamladıklarını ve hakikat makamına ulaÅŸtıklarını sıkılmadan, haya etmeden söyler dururlar. Etraflarına toplanan temiz kalpli saf kimseler de, onları dinleyip gerçek sanırlar. Bunlar, iddialı damada benzerler. O damadın evi kötülüklerle, ÅŸerlerle doludur. Fakat kız tarafının bu kirliliklerden haberi bile yoktur.”

İsmail Ankaravî Dede

O mukallidin yüzlerce delili vardır. Yüzlerce laf eder. Ağzından yüzlerce söz çıkar. Fakat söylediği sözler, ruhsuzdur, cansızdır.

Söyleyende can, kudret ve öz olmazsa, onun sözlerinin yaprağı, meyvesi nasıl olur?

Åžeriat ve tarikatta taklitçi olan kimseler, peygamberlerin ve velilerin güzel sözlerinden birçok örnekler vererek, deliller getirerek, güzel konuÅŸur, hoÅŸ laf eder. Onları, etrafında bulunanlara açıklar, yorumlar. Fakat dikkat edilecek olursa, onun sözlerinde asla ruh yoktur. O sözler, gönüllerde, ruhlarda iz bırakmaz. Çünkü o sözleri söyleyen, söylediklerini yaÅŸamayan bir taklitçidir. Onun sözleri, gönülleri saf olanları kandırır. Biraz uyanık olan kimseler, o sözlerin ruhsuz, cansız olduÄŸunu, gönülden söylenmediÄŸini anlar, hisseder. Yani o sözler Hakk ehlinin kalbine tesir etmez. Ancak o sözleri söyleyen gibi, taklitçi olanlar, o laflardan hoÅŸlanırlar. Hakikat sözü eden, Hakk’tan bahseden kimsenin kalbinde ilahî aÅŸk ateÅŸi, iman nuru yoksa, onun sözlerinde öz yoktur, ruh yoktur.

Küstahça insanlara yol gösterir, onları yola sokar ama kendisi saman çöpünden bile fazla titrer.

Sözü pek parlaktır, söz ebesidir. Fakat sözünde de bir titreyiş gizlidir.

Mukallit, mürşidlik makamına geçerek, ezberlediği Peygamberimizin sözleri ve evliya menakıbı ile küstahçasına halkı Hakk yoluna davet eder, onlara yol gösterir. Onları sözde irşat eder. Fakat o kendi nefsinde bir saman çöpünden bile fazla titrer. Onun aklında, amellerinde, sebat ve temkin yoktur. Rüzgâr ne taraftan eserse, ona göre hareket eder. Çeşitli renklere girer. Görünüşte onun sözleri çok güzeldir, kuvvetlidir, inandırıcıdır. Fakat hakikat kulağı ile dinlendiği zaman, o parlak sözlerin ne kadar boş, ne kadar manasız olduğu anlaşılır. Onun sözünde tereddütler gizlidir. Çünkü o sözler, kendinin hâlini ifade etmezler. Onlar, ezberlenmiş sözlerdir. Kalben inanmadığı ve bizzat yaşamadığı hakikatleri, papağan gibi manasını anlamadan tekrar eder durur.

“KAMİL VE ALLAH’A VASIL OLMUÅž BİR ÅžEYHİN DAVETE DAİR SÖZLERİ İLE OKUYUP BİLGİ ELDE ETMİŞ KUSURLU KİŞİLERİN SÖZLERİ ARASINDAKİ FARK”

Bu başlıkta ve bundan evvel geçen beyitlerde Hz. Mevlâna, ilimde hayli ilerleyen ve tasavvufi bilgileri öğrenen, güzel konuşmayı başaran, etrafına birçok safdilleri, temiz insanları toplayan mukallitlerden, yalancı şeyhlerden, sahte mürşitlerden bahsetti. Onların hâlini, çeşitli temsillerle açıklığa kavuşturdu.

Günümüzde gerçek müritten çok, böyle sahte şeyhler çoğalmıştır. Temiz gönüllü, imanlı, açıkyürekli müslüman kardeşlerimiz, Hakk yolunda ilerlemek, Peygamberimizin sünnetine tam uyarak, taklidî imanlarını tahkike götürmeye uğraşırken, ün yapmış böyle sahte şeyhlerle karşılaşabilirler. Mürşidi olmayanın şeytan yolunu keser, inancı birçok mümini mürşit aramaya sevketmektedir.

Gerçekten hakiki bir mürşit bulmak, insan-ı kâmilin elinden tutmak, onun göstereceği yolda, Muhammedî yolda yürümek, elbette büyük bir bahtiyarlıktır. Fakat günümüzde böyle mükemmel bir mürşidi bulmak, ona uymak çok zordur.

Asırlardan beri yetişegelen ve tam Muhammedî yolda yürüyen büyük velilerin yazdıkları kitapları okumak için, eskiden Arapça ve Farsça bilmek gerekiyordu. Hamdolsun, bugün en tanınmış velilerin şaheserleri Türkçemize tercüme edilmiştir. Kuşeyri, Abdulkadir Geylani, Gazali, Muhyiddin Arabi, Mevlâna, Ahmed er-Rufai, İmamı Rabbani ve daha isimleri sayılmayacak kadar çok olan velilerin kitaplarını isteyen rahatça bulup okumaktadır. Fakat bu eserleri okuyanların çoğu, bu kitapların içine giremedikleri, daha doğrusu mana ve ruh bakımından bunları kolayca anlayamadıkları ve içlerine sindiremedikleri için, velilerin Muhammedî olan görüşlerini yanlış tefsir etmekte, yanlış yorumlamaktadırlar. Bu, Hakk yolunda, iman yolunda büyük bir tehlikedir, sapıklıktır.

Eskiden Mevlevî dergâhlarında, Hazreti Pir Efendimizin Divan-ı Kebir’i ÅŸeyh efendinin çekmecesinde kilitli olarak tutulurdu. Herkesin seviyesi, o mübarek ÅŸiirleri anlamaya yetiÅŸmediÄŸi için, ayak kaydırılmasından korkulurdu. Muhyiddin Arabi Hazretlerinin Füsus-ul Hikem’i de herkesin elinde dolaÅŸmazdı.

Tasavvufi eserleri anlamak, Iedün ilminden zevk almak için tedrici bir yetiÅŸme, ilerleme gerekirdi. Bu hususta gerçek mürÅŸitlerin, kâmil insanların yol göstermesi icap ederdi. Hakk’a şükürler olsun, bugün velilerin kitapları kütüphanelerimizi süslüyor, isteyen kolaylıkla buluyor, okuyabiliyor. Fakat anlayamıyor, hazmedemiyor. Anladıklarını yarım anlıyor. Tam anladım sanarak, sapık tevillerde bulunuyor. Hataya düşüyor. İmanı zedeleniyor.

Öz Türkçe söylendiÄŸi hâlde Yunus Emre Hazretlerinin ve Yunus Emre gibi tasavvufi ÅŸiirler söyleyenlerin ÅŸiirlerini okumak baÅŸkadır, onları anlamak, zevkine varmak baÅŸkadır. Bu bir seviye meselesidir. Bu yetiÅŸmeye baÄŸlıdır. İlkokulda okuyan bir çocuÄŸa lise kitaplarını okutmaya benzer. Yukarıda arzettiÄŸim gibi, dilimize, bazıları hatalı da olsa, tercüme edilmiÅŸ bulunan çeÅŸitli tasavvufi eserleri okuyanlar ve bunlardan yarım yamalak bir ÅŸey öğrenenler, eÄŸer konuÅŸma kabiliyetleri, insanları ikna etme güçleri varsa, herhangi bir zattan el aldıklarını iddia ederek, ÅŸeyh olarak ortaya çıkmakta ve şöhret yolunu tutmaktadırlar. Bu türedi ÅŸeyhler, mürÅŸit arayan temiz ve saf insanları baÅŸlarına toplamakta, onları doÄŸru yola götürüyorum zannıyla, dalalete, İslami olmayan yollara, seviyelerini, bilgilerini üstün görerek, namazına, orucuna düşkün Müslüman kardeÅŸlerini “Åžeriatçı” diye hor görmeye bile varmışlardır.

İşte Mevlâna, bu gibi yalancı ÅŸeyhleri teÅŸhir etmekte, onların yoluna gitmemeyi tavsiye etmektedir. Çünkü Hz. Mevlâna, tam olarak Muhammedî yoldadır. Ben saÄŸ kaldıkça, Kur’'an’ın kuluyum, diye buyurmaktadır. Bu bir hakikattir ki, okuyup öğrenmek, bilgisizliÄŸi giderir. Fakat ilim, her insanı olgunlaÅŸtıramaz, kemale yükseltemez, hatta “Ben biliyorum” diye insana gurur verir, benlik verir. Bilmeyenleri küçümsetir, hor gösterir. Hele bildiÄŸine karşılık, bilmediÄŸinin hudutsuzluÄŸunu hiç göstermez. Nabi merhumun ÅŸu beytinin manasını da düşünmez, anlamaz:

İlim, bir lücce-i bi sahildir
Onda âlim geçinen cahildir.

Evet… İlim, sahili, kıyısı olmayan bir deniz gibidir. Bu sebeple, burada “Ben âlimim” diyen, aslında cahildir.

Bir şey bilmediğini idrak etmek, irfan işidir. Bu, her kula nasip olmaz. Bilgiyi insan içine sindirmezse, onu yaşamazsa, bu çeşit bilgi insana yük olur. Yunus, bu hususta ne güzel söylemiş:

İlim, ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır.

Okumaktan mana ne?
KiÅŸi Hakk’ı bilmektir.
Çün okudun bilmezsin,
Ha bir kuru emektir.

Resul-ü Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz, “Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, korkmayan gönülden, duyulmayan ve kabul edilmeyen duadan, doymayan nefsten sana sığınırım” buyurmuÅŸtur.

Åžimdi Mevlâna’ya dönelim, bakalım ÅŸeyhler hakkında ne buyuracak:

Nurlanmış şeyh, insana Hakk yolundan haber verir. Onun sözü de, yüzü gibi nurludur. Söylediği sözlere, nuru da katar, yol arkadaşı eder.

Gayret et, çalış çabala da, ilahî aşkla mest ol. Nura kavuş. Senin sözün de, onun nuru ile nurlansın.

Pekmez içinde ne kaynatılırsa kaynatılsın, pekmez tadını alır.

Havuç, elma, ayva, ceviz… Bunların hangisini pekmez içinde kaynatırsan, ondan pekmezin tadını alırsın.

Bilgi de nurla karışır kaynaşırsa, inatçı ve kötü kişiler bile, bilgiyle nurlanırlar, aydınlanırlar.

Ne söylersen, o söz nur olur, ışık verir. Çünkü gök, ancak tertemiz yağmur yağdırır.

Sen de gök ol, bulut ol, yağmur yağdır. Oluk da yağmur yağdırır ama bir işe yaramaz.

Oluktaki su iğretidir, muvakkattır. Gelir geçer, hâlbuki bulutlarda ve denizdeki su, yaratılışında vardı.

Düşünce ve endişe, oluğa benzer. Vahiy, keşf ve ilham ise, buluttur, göktür.

Yağmur suyu, bahçeyi yüz türlü renklerle süsler. Hâlbuki oluk, komşuları birbirine düşürür, kavga çıkarır.

Tahir-ül Mevlevî  - Åžerh-i Mesnevî

Hakk yolu tehlikelerle doludur.

• Hakk yolunda yürüyen kiÅŸinin uyanık olması gerekir. Çünkü yol, görünüşte dümdüz ve güzeldir. Fakat altında tuzaklar vardır. Nitekim bu yolda bize kılavuz olacak bir çok tanınmış, parlak isimlerde mânâ kıtlığı, mânâ uymazlığı vardır. Bir çok kiÅŸiler, adlarının adamı deÄŸildir. Görünüşe kapılmamalıdır. Åžunu iyi bilmeli ki:

• Sahte ÅŸeyhlerin adları, sözleri tuzaklara benzer. Onların kulağı okÅŸayan, fakat rûhânî olmayan güzel sözleri, ömrümüzün suyunu emen kumdur.

• Kum gibi ömür suyunu emen, bizi tüketen boÅŸ sözler olduÄŸu gibi, içinden âb-ı hayat fışkıran kum da vardır. Bu kum pek az bulunur. Sen git de içinden irfan coÅŸan, ilâhî sırları meydana vuran kumu ara.

• Evlâdım, iÅŸte yukarıda anlatılan o kum Allah adamıdır. Allah adamı, kendi benliÄŸinden kopmuÅŸ, kendinden ayrı düşmüş, Hakk'a ulaÅŸmıştır.*

*Ömür suyunu emen kum, sahte şeyhi, içinden âb-ı hayat fışkıran kum da mürşid-i kâmili göstermektedir.

• Allah adamından, dinin tatlı suyu kaynayıp durmaktadır. İstekliler, o sudan hayat bulurlar, geliÅŸirler, yetiÅŸirler.

• Allah adamından baÅŸkasını, kuru kumsal bil. O kumsal, her zaman senin ömür suyunu içer, seni tüketir.

• Hikmeti, hakîm olan, ârif olan üstün bir varlıktan iste ki onun feyzi ile sen de gerçeÄŸi gören bir kiÅŸi olasın.

• Zamanı gelince, hikmet arayan kiÅŸi hikmet kaynağı olur da, artık o, çalışmaktan, sebeplere baÅŸ vurmaktan kurtululur.*

* Hikmet kaynağı olan kişinin, artık ibâdetten kurtulacağı, çalışmayacağı gibi yanlış bir kanaate varmamalıdır. Burada hikmete ulaşan kişinin kîl ü kaalden kurtulması, hal sahibi olması, mürşid aramaktan fâriğ olması bahis konusudur. Peygamber olduğu halde Resûlullah Efendimiz sabahlara kadar namaz kılıyor ve mübârek ayakları şişiyordu. Mevlâna'mızın oğlu Sultan Veled'in bir beytinin mânâsı şöyle: "Artık o, 'kaal'den 'hal'e geçer. Böylece hiç şüphesiz vuslat şehrine ulaşır." Böyle bir kişi; "Artık, biz, ilmimizi 'Hayy'den, ölmeyen büyük varlıktan alıyoruz." der de mürşid aramaktan el çeker. Çünkü kendisi mürşid olmuştur.

• Böyle bir Hakk âşıkının sînesi, bilgileri ezberleyen, saklayan bir "levh" iken, kendisi, Allah bilgilerini hıfzeden "Levh-i Mahfuz" olur. Ve onun aklı, vasıtasız olarak, kendi rûhundan zevk alır, feyz alır, nasîb alır.

• Önce aklı, o kiÅŸiye bir ÅŸeyler öğreten bir hoca iken, sonradan, aklı ona talebe olur.

• Akıl, ona Cebrâil gibi der ki: "Ey Ahmed, bir adım daha atarsam yanarım."

• "Ey can pâdiÅŸahı, sen artık beni burada bırak; sen yürü, ileri git, benim hududum burasıdır."

• Tenbellik yüzünden, şükretmeyen, sabretmeyen kimse, bilmiÅŸ olsun ki, cebr inancı onun ayağını tutmuÅŸ, baÄŸlamıştır.

• Cebr inancına kapılan, cebrîlik iddia eden kiÅŸi, kendini hasta eder. O hastalık onu alır, mezara kadar götürür.

• Ey gönülden günah iÅŸlemeye istekli olan, nefsânî arzularını gizlice tazeleyen kiÅŸi, sen, imanı tazele, fakat yalnız dilinle söyleyerek deÄŸil de kalbinle tazele.

• Nefsânî istekler, ÅŸehvânî arzular tazelendikçe iman tazelenmez, çünkü ÅŸehvetin, nefsin dileÄŸine uymak Hakk kapısını kapar, kilitler.

• Sen, çok derin mânâlı ve anlamına dokunulmamış olan sözü te'vil ediyor, ona baÅŸka türlü mânâ veriyorsun. Sen Kur'ân-ı Kerîm'i deÄŸil, kendini te'vil et, kendini anlamaya çalış.*

* Te'vil etmek: Yorumlamak anlamına gelir. Bir sözden mecâzî anlamlar çıkarmaktır. Batınî inançta olanlar, âyetleri kendi çıkarlarına göre yorumlarlar. Meselâ: Bazı kişiler, meleği, fizikî bir kuvvet olarak yorumlarlar. Böylece şeriat hududunu aşarlar. Mevlâna, Muhammedî inançlara aykırı düşen bütün yorumlara karşıdır. Kezâ Miraç'ı, müfekkire ile yapılmış rûhânî bir haldir diye yorumlamak, dirilmenin madden değil de mânen dirilme olduğunu düşünmek, öyle te'vil etmek mümini imanından eder. Te'vil bâbında müminlere gereken husus şudur ki: Hakk'ın vahdaniyetine, indirilen kitaplara, gönderilen peygamberlere, ahirete, kaza ve kadere, cennet, cehenneme, sorgu ve suale, sevap ve itâba inanmak, Kur'ârı-ı Kerîm'in getirdiği hakîkatlere ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in haber verdiği şeylere hiç şüphe etmeden inanmak, hükümleri te'vile kalkmadan iman etmek gerekmektedir. Bu iş akıl işi, yorum işi değildir, iman işidir. İnandıklarını tatbik etmeden, ibâdet ve tâat etmeden nefsiyle mücâdeleye girişmeden, bu işin edebiyatını yapmak, güzel konuşmak, yorumlarda bulunmak bizi kurtaramaz.

• Sen, kendi heva ve hevesine uyuyor, Kur'ân'a kendi çıkarlarına göre mânâ veriyorsun. Bu yüzden, o yüksek mânâ alçalıyor, eÄŸriliyor, çarpılıyor.

• ÇeÅŸitli yüzlerin her birine dikkatle bak, onların vasıflarını, nice olduklarını aklında tut. Belki sûfîlik yolunda hizmette bulunurken yüz tanır olursun da, yüzüne baktığın kimselerin mânevî kimliklerini anlarsın.

• Etrafında insan yüzlü bir çok ÅŸeytan vardır. Bu sebeple, her ele el vermek, her ele baÄŸlanmak, intisab etmek uygun deÄŸildir.*

* Şeyh Sadi'nin şu beyti Mevlâna'nın beytinin aynıdır: "Her gözü kulağı, ağzı olan âdem değildir. Nice şeytanlar vardır ki, âdem oğlu kılığında görünürler."

• Görmez misin? Avcı kuÅŸu aldatıp tutmak için ıslık çalar. KuÅŸ gibi ötmeÄŸe çalışır.

• O kuÅŸ, kendi cinsinin sesini iÅŸitir, havadan iner ve tuzaÄŸa düşer.

• Rûhen düşük, alçak bir kiÅŸi, bir takım saf kimseleri kandırmak için velilerin sözlerini çalar.

• Velilerin sözleri de, yaptıkları iÅŸler de aydınlıktır, sıcaktır, samimidir. Sahte ÅŸeyhlerin, aÅŸağı kiÅŸilerin iÅŸleri ise kandırmak, hile yapmak ve utanmazlıktır.

• Ârifin gülüşü, ne mübârek gülüştür ki, o gülüş, can kutusundaki inci gibi ağızdan gönlü gösterir.

• Mukallidin, sahte ÅŸeyhin gülüşü, lâlenin gülüşü gibi uÄŸursuzdur. AÄŸzını açınca, içinin siyâhlığı görünür.

• Ey dil, sen, hem tükenmez bir hazinesin, hem de dermanı bulunmaz bir dertsin.

• Sen hem kuÅŸları tuzaÄŸa düşüren hilesin, ıslıksın, hem de insana ayrılık zamanında eÅŸsin, dostsun."*

Mevlâna bu beyitlerde dil üzerinde duruyor. Dil güzel şeyler, konuştuğu zaman iyidir, kötü şeyler konuştuğu zaman kötüdür. Atalarımız: "Dil yılanı ininden, insanı dininden çıkarır" demişlerdir. Bu beyitte sahte şeyhlerin güzel konuşmaları ile saf insanları kuşlar gibi avladıklarına işâret ediyor, hem de hicrandaki Hakk âşıklarına, güzel ledünni sözlerin dost olduğunu haber veriyor.

• Nefsin isteklerine uyan kiÅŸi, saman çöpü gibidir. O, her arzu rüzgârının önüne düşer, savrulur durur. Sebatlı, ihtiyatlı kiÅŸi ise daÄŸa benzer. Bir daÄŸ hiç esen rüzgâra deÄŸer verir mi?

• Her tarafta gulyabaniler, yâni sahte ÅŸeyhler var. Onlar seni çağırıp durmadalar ve sana; “KardeÅŸ; yol mu arıyorsun? Yol iÅŸte burada, buraya gel!” diye seslenmedeler.*

* Gulyabani: Çöllerde yalnız başına giden kimsenin karşısına çıkıp onun yolunu vuran cin, Yâhut şeytanmış. Böyle bir yaratığın olmadığına dair bir hadîs-i şerif vardır.

“Yolcuların gördükleri, kendi vehimlerinin ÅŸahıs halinde karşısına çıkmasıdır.” Hz. Mevlânâ burada gulyabani ile mânevî yol gösterme iddiasıyla onun bunun yolunu vuran ÅŸeyh ve mürÅŸid taslaklarını anlatmak istiyor.

• Onların her biri; “Ben, bir yol gösterici ve kılavuzum. Gel, bu çok tehlikeli ve ince yolda ben sana arkadaÅŸ olayım.” der.

• Aslında, seni çağıran o sahte ÅŸeyh ne kılavuzdur, ne de Hakk yolunu, hakîkat yolunu bilir. Ey Yûsuf! O kurt huylunun yanına çok gitme, az git!

• Bu dünya sarayının yaÄŸlı, ballı tuzaklarına düşmemek, görünüşe aldanmamak ihtiyattır.

• Çünkü bu fânî dünyanın ne tadı vardır, ne de tuzu. Dünya nimetleri ile, geçici güzellikleri ile bizi aldatır, sihir okur, kulaÄŸa üfler.

• “Ey nûr gibi apaydın kiÅŸi! Gel, bize misafir ol. Ev senindir, sen de benimsin.” der.

• Akıllılık, tedbir ve ihtiyat ona derler ki; “Midem rahatsızdır; dünya nimetlerinden daha fazla bir ÅŸey yiyemem, kendim de hastayım. Åžu mezar gibi olan dünya beni hasta etti.” diyebilesin.

• Yâhut da; “Benim başım aÄŸrıyor; sen bu aÄŸrıyı geçirmeye bak. Halbuki isteklerinle beni daha çok rahatsız ediyorsun. BaÅŸ aÄŸrımı artırıyorsun.” ya da; “Dayımın oÄŸlu beni çağırdı. Ben oraya gidiyorum.” diye dünyayı aldatasın, başından savasın.

• Çünkü, bu dünya sana tatlı bir ÅŸerbet verecek olsa, ona zehir karıştırır, öyle verir. Bu yüzdendir ki, bedeninde yaralar açılır.

• Sana, elli yâhut altmış altın verse bile, ey balık gibi gâfil olan kiÅŸi; o verdiÄŸi altınlar ettir. Seni avlamak için, onları oltasına takar da sana öyle uzâtır.

• Dünya sana bir ÅŸey verecek olsa, onu yalandan verir. Hilecinin sözü, içi çürümüş ceviz gibidir.

• O çürümüş cevizlerin takırtısı, yâni dünya nimetleri, dünyanın sana olan vaatleri, senin aklını çeler. Çünkü, yüzbinlerce akıl onun için bir akıl bile deÄŸildir, yâni dünya yüzbin aklı bile bir yola sokar.

• Senin gerçek dostun, senin hurcun ve kesen gibidir. EÄŸer sen Râmin isen, Vise’den baÅŸkasını arama!*

* Hurc ve kese: Hakk yolu yolcusunun mânevî kalbinin sembolü olup, onun içine konacak mânevî azık ile salık Hakk yolunda ilerleyebilecektir.

Vise ve Ramin: İran Selçukluları ÅŸairlerinden Fahreddin Esad tarafından yazılmış bir aÅŸk hikâyesidir. Ramin adlı bir delikanlının Vise adlı bir kıza âşık oluÅŸunu anlatan ve sekizbin beyitten meydana gelen bu eserin hicrî V. yüzyılda yazıldığı söyleniyor. Mevlânâ’dan ikiyüz sene önce yazılan bu hikâye, ÅŸark edebiyatında “Leylâ ve Mecnûn” gibi meÅŸhur bir aÅŸk hikâyesidir.

• Senin zâtın yâni özün, senin kendin, senin Vise’n ve sevgilindir. Senin dışında olanların hepsi de sana âfettir, baÅŸ belasıdır.

• Tedbir ve ihtiyat ona derler ki: Dünya nimetleri, dünyaya ait zevkler, istekler hararetle seni dâvet ettikleri zaman; “Bunlar beni seviyor, bunlar bana hayran, hepsi de benim yüzümden sarhoÅŸ, hepsi de beni özlüyor.” demeyesin.

• Onların seni dünya ziyâfetine dâvetlerini, kuÅŸlara çalınan ıslık bil! Avcı pusuda gizlenmiÅŸtir de, kuÅŸ gibi öter durur.

• Kurnaz avcı; “Bu sesi, bu ötüşü bu yapıyor.” diye ölmüş bir kuÅŸu önüne koymuÅŸtur.

• KuÅŸlar, onu kendi cinslerinden sanıp etrafına toplanırlar. Avcı ise, onları yakalar ve derilerini yüzer.

• Ancak Allâh hangi kuÅŸa tedbir ve ihtiyat duygusunu vermiÅŸse, o kuÅŸ, o yeme, o tuzaÄŸa aldanmaz.

• İhtiyatsızlık, tedbirsizlik gerçekten de piÅŸmanlık verir.*

*Bu beyitlerde geçen kuÅŸları avlayan avcı, mürÅŸidlik ve ÅŸeyhlik iddia eden, tasavvuf kitaplarından derlediÄŸi bazı sözleri ezberleyerek halka irfân sözleri söyleyip onları avlamak isteyen ikiyüzlü, sahte ÅŸeyhlerdir. Onların sözlerine kanmak ve kendilerini Allâh’ın velîlerinden sanmak, sonunda piÅŸmanlık getirir.

• Ey kaltaban, sen nefsine uymuÅŸsun, aÅŸağılara düşmüşsün, günah kuyusundasın. BaÅŸkalarını irÅŸad sevdâsından vazgeç de kendi kusurlarını gör, kendini ıslah et, kendini düzelt.*

* Kendi tam mânâsıyla Muhammedî bir yolda olmadığı halde, herkese namazdan, oruçtan bahseden, mânen halkı tedavî etmeğe gayret sarfeden. Halbuki kendisi mânen hasta olan sahte şeyhi kastediyor.

• Günah kuyusundan kurtulup da güzel, hoÅŸ bir bahçeye varabilirsen, o vakit baÅŸkalarının eteÄŸinden tut, onları da senin bulunduÄŸun yere çek, kurtar.

• Ey dört unsurun, beÅŸ hissin, altı yönün, yâni tabîat âleminin esiri, sen bulunduÄŸun yeri pek sevmiÅŸsin, baÅŸkalarını da, oraya çekip almak istiyorsun.

• Ey eÅŸeÄŸe kul olan eÅŸekçi gibi, eÅŸeÄŸin ardına dost olmuÅŸ kiÅŸi! Güzel öpülecek bir yer bulmuÅŸsun, bizi de oraya götür.*

* Hz. Mevlânâ bu beyitlerle, nefis eÅŸeklerine kul olan, hırs ve ÅŸehvet peÅŸinde koÅŸan, dünya varlığı ve yüksek mevkiler için çırpınan, bununla beraber, kendi halim görmeden, halkı irÅŸada kalkan sahte ÅŸeyhlerle alay etmektedir: “Kendisi muhtac-ı himmet bir dede, Nerde kaldı gayriye himmet ede.”

• Bir köpek köyde kör bir dilenciyi gördü, üstüne saldırdı, hırkasını yırttı.

• Kör, köpeÄŸe dedi ki: “Åžu anda senin arkadaÅŸların daÄŸda av peÅŸinde koÅŸmadalar.

• Senin cinsinden olanlar, daÄŸda yabanî eÅŸek tutmada, sense köyde kör bir adamı yakalamadasın.”*

* Köre saldıran köpek, körleri yâni câhilleri avlayan sahte ÅŸeyh sembolüdür. Yaban eÅŸeÄŸi, evliyânın elde ettikleri nûr-ı ilâhîyi ve Allâh’a yakınlığı ifade etmektedir.

• Ey Hakk’ın rızâsından nefret eden sahte ÅŸeyh! Sen başına bir kaç kör kiÅŸi toplamış, acı suya benziyorsun.

• “Bunlar benim müritlerim, ben ise acı bir suyum, bunlar beni içerler de kör olurlar.” diyorsun.

• Sen kendi suyunu ledün denizinden (bahr-ı ilâhîden) tatlılaÅŸtır, acı suyu ÅŸu körlere tuzak yapma.

• Kalk Allâh arslanlarını, yâni velîleri gör de, sen de onlar gibi, yaban eÅŸeÄŸi avla. Sen nasıl oluyor da köpek gibi, kör yakalıyorsun?

• Kendisi yol bilmediÄŸi halde kılavuzluÄŸa kalkışır ve onun çirkin rûhu dünyayı yakar yandırır.

• Yokluk yolunun çocuÄŸu, o bilgisiz, sahte ÅŸeyh pîrlik etmeye kalkışırsa, kendisine uyanları düşkünlük ve felâket gulyabanisi yakalar!

• “Gel de sana hakîkat ay’ını göstereyim!” der; halbuki o nûrsuz kiÅŸi, ay’ı asla görmemiÅŸtir!

• Ey ham kiÅŸi! Sen, ayın aksini, hayalini suda bile görmemiÅŸsin; nasıl olur da kendisini baÅŸkasına gösterebilirsin?

• Ahmaklar baÅŸa geçmiÅŸler, mevkî sâhibi olmuÅŸlar; akıllılar kilim altına bu yüzden baÅŸlarını çekmiÅŸler, gizlenmiÅŸlerdir.

• Mâdem ki mihenk taşı erkekten kadından gizlidir, ey kalp para olan; gel, safa gir de ondan sonra laf et!

• Evet; mihenk meydanda olmadığından senin için tam laf zamanıdır. At, tut ki, seni el üstünde gezdirsinler.

• Kalp para büyüklük taslar da, her an; “Ey ayarı tam altın!” der. “Ben, senden hiç deÄŸersiz olur muyum?”

• Altın ona cevap verir, der ki: “Evet kapı yoldaşı! Fakat, mihenk taşı geliyor; imtihana hazırlan!”*

* Bu bölümde geçen kalp paradan maksat, sahtekar mürailer, sahte şeyhler; halis altın da hakikî mürşidin sembolüdür.

• Ey altın suyuna batmış olan bakır (yâni, sahte mürÅŸid); ettiÄŸin irÅŸad dâvâsından vazgeç! Çünkü, sana gelen müşteriler (müridler) hep böyle gözü kapalı kalmazlar.

• Dünyada olmasa bile, âhirette, mahÅŸerde onların gözlerini açarlar ve senin yapmış olduÄŸun gözbaÄŸcılığını rezil ü rüsvay ederler!*

* Mahşerde herkesin gözleri açılacak, sırlar ve hakîkatler ayan beyan görülecek, dünyada irşad dâvâsında bulunmuş olan sahte şeyhlerin kalp para gibi oldukları meydana çıkacaktır.

• İşin sonunu görmüş olanlara bak ki onlar, büyük velîler olup rûhların hasret kaldığı, gözlerin gibta ettiÄŸi üstün varlıklardır.

• Bir de, yalnız bugünü, içinde bulundukları zamanı görenleri seyret: Bu içleri bozuk kiÅŸiler, ezelde hakîkatle ilgileri kalmamış olup asıldan baÅŸları kesik doÄŸmuÅŸlardır!

• Yalnız içinde bulunduÄŸu zamanı gören, bilgisizliktedir, zan ve şüphe içindedir. Onun için ister gerçek sabah olmuÅŸ, ister yalancı sabah, ikisi de birdir.

• Ey genç; yalancı sabah yüz binlerce kervanın mahvolmasına sebep olmuÅŸtur.*

*Burada, “yalancı sabah” mukallit, sahte ÅŸeyhlerin, “gerçek sabah” da gerçek mürÅŸidlerin sembolüdür.

• Mahiyetini, ayarını, deÄŸerini takdir edemeyenleri aldatmayacak para yoktur; eyvahlar olsun mihenk taşı olmayan, mikyası olmayan cana!..

• Nûrlanmış ÅŸeyh, insana Hakk yolundan haber verir. Onun sözü de yüzü gibi nûrludur; söylediÄŸi sözlere nûru da katar, yol arkadaşı eder!

• Gerçek velînin mübarek dudaklarından dökülen hakîkat ÅŸarabını tatmayan, ondan uzak kalan kiÅŸinin canı, taklitçinin ÅŸarabının âşıkıdır.

 

Şefik Can - Mesnevî'nin Açıklamalı Tercümesi

Bookmark and Share

Bu Yazı 10852 defa okundu.
Üftâde Sempozyumu
Mehmet Demirci
Hz. Muhammed (s.a.v.) 'den Özür...
Muhsin İlyas Subaşı
GERÇEK VE SAHTE DİN REHBERLERİ
Misafir Yazar
BeÅŸ Duyu ile Yetinmek
M. Sait Karaçorlu
Hüdhüd ile karga arasındaki kavga
İsmail Güleç
MESNEVÎ HİKÂYELERİ
Adnan K.İsmailoğlu
CELALEDDİN ÇELEBİ (II)
Lokman D. Solmaz
Sufi ve Tasavvuf
Cemalnur Sargut
KİMİN MÜRŞİDİ YOKSA
Mahmut Erol Kılıç
Hz. Mevlâna'yı yadediyoruz
Bilal Kemikli
MEVLANA DOSTLARINA TARİHLER-I
İsmail Yakıt
Bir zamanlar adalet deyince
Cuma Mektupları
MESNEVÎ HİKÂYELERİ ÜZERİNE
Nuri ÅžimÅŸekler
Sahte Åžeyhler
Editör'den
DerviÅŸ...
Mehmet Fatih
Dünyanın düğünü var
H. Nur Artıran
İSLAM TASAVVUFU - Soru ve Cevaplar
Editör'ün Seçimi
MEVLÂNA'YA GÖRE HZ. MUHAMMED (SAV)
Yakup Åžafak
Anasayfa | Hakkımızda | Site Haritası | İletişim | E-mail
Semazen.net'in resmi web sitesidir.
Web sitemizin dışında farklı sitelere yönlendiren linklerin içeriklerinden Semazen.net sorumlu tutulamaz.
Copyright © 2005, Tüm Hakları Saklıdır.
Sayfa oluşturma zamanı: 0.0415 sn.
Programlama: CMBilişim Teknolojileri Görsel Tasarım: Capitol Medya