Röportaj: Güzin Osmancık
sanatalemi.net'den alınmıştır
Son Mesnevîhan Şefik Can Hocanın öğrencileri tarafından onun hiç sönmeyen ışığını, Aşk-ı Muhabbetini gelecek kuşaklara ulaştırabilmek üzere kurulan “Şefik Can Uluslararası Eğitim ve Kültür Derneği” dünyanın dört bir yanından gelen çok değerli konuklar eşliğinde muhteşem bir açılış ile faaliyetlerine başladı.
Beykoz’da kurulan ve her şeyin inceden inceye düşünüldüğü dernek, verdiği hizmet ile Hz Mevlâna Aşkı ile yanan ve Mevleviliğe gönül veren herkese kucak açıyor.
Şefik Can Hocanın her an yaşayış hali olan, edep, sevgi, hizmet ve yardımlaşma, derneğin temel prensiplerini oluşturuyor. Bu konuda Nur Hanım şöyle diyor! “Sen ben davasına düşmeden hizmet çemberi içerisinde olmaya gayret göstermek”.
Gerçek anlamda bir Kültür ve Eğitim yuvası olan dernek Şefik Can hocanın vefatından önce icazet verdiği Nur Artıran Hanımefendinin büyük özverisi ile hiçbir detay unutulmadan dizayn edilmiş.
Çeşitli ülkelerden gelen Mevlevi dervişlerin birbirleri ile yaptıkları sohbet ve ardından gelen Gül şerbeti ikramı, değerli konukların açılış konuşmaları, Müzik ve sema gösterisi derken açılışa gelen konukları büyüleyen organizasyon pilav ve helva ikramı ile son buldu. Bu unutulmaz gün hafızalardan herhalde uzun zaman unutulmayacak.
Sağlığında herkese ışık tutan, bir feyiz kaynağı olan Şefik Can Hoca ölümünden sora da bu güzelliklerini adına kurulan dernek ile devam ettireceğe benziyor.
Derneğin açılışından sonra aynı zamanda Dernek Başkanı olan ve Şefik Can Hocanın yerine bıraktığı Mesnevîhan Nur Artıran Hanımefendiyle yaptığımız röportajda Derneğin kuruluş amaçlarını ve Mevlevilik konusunda konuştuk.
Sevgili Nur Hanım, son Mesnevihan Şefik Can hocamızın icazeti ile şu an Mesnevihan görevini ondan devraldınız. Mesnevi ve dolayısı ile Hazreti Mevlâna ile tanışmanız ne zaman ve nasıl oldu, bunu bizimle paylaşır mısınız?
Efendim, çocukluğum Cenâb-ı Allah’ın bendenize lütfu keremi olarak, tasavvufî düşünceyi kendisine yaşam biçimi olarak tercih eden bir aile içerisinde geçti.
O nedenle de çok şükür hiçbir zaman manâdan, gönül sultanlarımızın aşk-u muhabbetinden uzak kalmadım.
Fakat siz de bilirsiniz ki bir şeyi çok küçük yaşlarda ailenizden görmek bilmek başkadır, bilip gördüğünüzü yaşamaya gayret etmek başkadır. Olaya bu çerçeveden bakacak olursak, Hz. Mevlâna ve Mesnevî ile yoğun olarak “hem dem” oluşum Şefik Can Dedemizle tanıştıktan sonra başlamıştır.
Son Mesnevihan olarak tarihe geçen, ömrünü Hz Mevlâna ve onun eserlerinin açıklamasına vakfetmiş bu müstesna insan nasıl bir şahsiyetti? Ondaki tevazu, edep, karakter özellikler nasıldı?
Siz yıllarca bu özel şahsiyetle birlikte çalıştınız, bu nasıl bir duygudur?
Efendim, elbette sözünü ettiğiniz vasıflara sahip, yüzyılımızın çok önemli bir manevî büyüğüyle birlikte olmak, tümüyle Cenâb-ı Allah’ın bir lütfu keremi. Bendeniz her zaman bu ilâhî lütfun idraki içerisinde olmak için azami gayret göstermeye çalıştım.
Şefik Can Dedemiz çok büyük bir ummandı. Fakat umman ne kadar büyük olursa olsun siz ancak kabınız kadar doldurabilirsiniz. Onun kemalinden kaynaklanan sükûtu, hoşgörüsü, engin tevazusu, herkesi kucaklayan çok büyük sevgisi, evveli ve ahiri birleştiren geniş ufku, 95 yaşına rağmen göstermiş olduğu çalışma ve hizmet aşkı bendenizi daima çok derinden etkilemiştir.
Şefik Can’ın, “Ötüken” Neşriyat’tan yayımlanan “Mesnevî Hikâyeleri” adlı kitabının ilk giriş sayfasında şöyle bir ithaf var:
“Bu mesnevî hikâyelerini manevî kızım ilk kadın Mesnevîhan Nur Artıran Hanımefendiye ithaf ediyorum.”
Bundan da anlaşılıyor ki merhum Şefik Can Dedemiz Hakk’a yürümeden evvel Mesnevîhanlık vazifesini size devretmiştir. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Efendim, Mevlevî tarihi incelendiğinde görülecektir ki Mesnevîhanlık, Mevlevîlik içerisinde özel bir statüye sahiptir ve icazet yoluyla Hz. Mevlâna’dan günümüze kadar ulaşmıştır.
Bilindiği üzere Şefik Can Dedemiz icazet yoluyla gelen Son Mesnevîhandır. İcazetini de Tahirü’l Mevlevî Hazretlerinden almıştır. Şefik Can Dedemiz de Hakk’a yürümeden evvel bu manevî sorumluluğu lütfedip fakire tevdi ettiler. Kabul edersiniz ki bu çok ciddi manevî sorumluluk isteyen ulvî bir görevdir. Bendeniz bunu daha evvel birçok kereler dile getirip arz ettim. Bendenizin Tahirü’l Mevlevî ve Şefik Can gibi iki âli şahsiyetin yerini doldurması mümkün değil.
Fakat tüm bu hassasiyetime rağmen Şefik Can Dedemizin de günde en az üç kez tekrarladığı bir vasiyeti var. “Benden sonra bu Mesnevî sohbetlerine sen devam edeceksin” deyip bu sorumluluğu fakire bırakmış olması.
Bizler de Şefik Can Dedemizin vasiyeti gereği, acziyetimizin farkında olarak dedemizin bıraktığı yerden yolumuza devam etmeye çalışıyoruz.
“Maksat, biri iki görmek değil. İki gibi görüneni bir görmeye çalışmak.”
Nur Hanım Mesnevihan dediğimiz zaman ne anlıyoruz. Mesnevihan nasıl olunur, nasıl bir eğitim gerektirir? Bunu sizden alabilir miyiz?
Mesnevîhan kelimesinin sonundaki “-Han” eki Farsça bir kelime olup, “Okuyan” manasına gelmektedir. Mesnevîhan Hz. Mevlâna’nın Mesnevî’sini okuyan yahut da okutan manasında kullanılmaktadır.
Mesnevî’nin okunması ve okutulmasındaki maksat ise içerisindeki ayet, hadis ve hikâyelerlerle manevî bir aydınlığa kavuşmaktır. Zaten Mesnevî’de bu amaçla didaktik bir üslupla yazılmıştır. Hz. Mevlâna’nın vuslatından sonra ilk defa Hüsameddin Çelebi Mesnevî takrir etmiştir.
Yani Mevlevîlik tarihinde ilk Mesnevîhan, Hüsameddin Çelebi’dir. Daha sonra Sultan Veled, Ulu Arif Çelebi gibi kıymetli mânâ erleri bu vazifeyi yerine getirmişlerdir. Sonraki ilerleyen dönemlerde ise Mesnevîhanlık bir kurum hâlini almış ve ancak Konya Çelebi’leri yahut da bir Mesnevîhan’dan icazet alan ehil kişiler bu vazife ile görevlendirilmiştir. Yani Mesnevîhanlık bu şekilde koruma altına alınmış ve Mesnevî öğretisinin ehil olmayan ellerde yozlaştırılmasına mâni olunmuştur. Çünkü Mesnevîhanlık aslında sadece Mesnevî’yi okumaktan ibaret değildir.
Dileyen herkes Mesnevî’yi okuyabilir. Fakat asıl olan, Hz. Mevlâna’nın her bir beytindeki derunî manayı hissederek, Cenâb-ı Hakk’ın nusreti ve Hz. Pir’ in himmeti ve aşkı ile o manayı lâyıkıyla açıklayabilmek, anlatabilmektir. Bunun için de Hakk’a teslim olmuş samimi bir gönül ve aşk gerekir. Sözün özü, Mesnevîhanlık Mevlevîlik geleneğinde çok mukaddes bir vazife olarak kabul görmüş ve bu sebep ile de daima ehil ellerden ehline tevdi edilerek günümüze kadar icazet yolu ile gelmiştir.
Fakat çok yakın bir tarihte Mevleviliğin dışında olan bir kurum tarafından bazı hocalarımıza Mesnevihanlık beratı verildi; Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Efendim, elbette bunu mâkul ve doğru bulmak mümkün değil. Az evvel kısaca arz ettim. Mesnevîhanlık, Hz. Mevlâna’dan günümüze kadar Mevlevî erkânı içerisinde kalmıştır. Doğru olanda budur. Tarih içerisinde Mevlevî olmayan çok değerli zatlar da Mesnevîhanlık yapmıştır; fakat bu kişilere de o icazeti yine Mevlevîlik içerisindeki yetkili bir kişi vermiştir. Yani kimse kendini ben Mesnevîhanım diye ilan etmemiştir.
Aynı şekilde hiç alâkasız bir kurum da böyle bir icazet veya beratı kendi başına dağıtmamıştır. Teknik Üniversite’den tıp diploması alınmaz. Zahir eğitimde bile bir nizam ve usul vardır. Söz konusu olan bu kurum, yolun manevî değerlerini, âdap ve erkânını bilmiyor olabilir. Fakat ismi Hz. Mevlâna ve Mesnevî’yle anılan bu değerli hocalarımız nasıl böyle bir yanlışın içerisinde yer aldı onu bendeniz gibi birçok kişide anlamakta zorlandı. Yüzyıllardır devam edip gelen bir Mevlevî âdabının manevî boyutu hiç düşünülmeden, hele hele de bunun saygın bir kurum tarafından böylesine göz ardı edilmesi, Hz. Pir’e samimiyetle gönül veren herkesi derinden üzdü.
Güzel bir söz vardır: “Arapça bilmekle Kur’ân anlaşılsaydı, Kur’ânı en iyi anlayıp idrak eden Araplar olurdu. Ya da sadece Farsça bilmekle Mesnevî anlaşılsaydı, tüm İranlılar Mesnevi şarihi olurdu”.
Bu vazifeyi ne şekilde yerine getiriyorsunuz, ne gibi çalışmalarınız var?
Şefik Can Dedemizin vuslatından hemen sonra Mesnevî sohbetlerine başladık. Hâlen de düzenli olarak halka açık Mesnevî sohbetlerimize devam etmekteyiz. Bendenize göre çok büyük bir lütuftur ki, dedemiz Hakk’a yürüdükten sonra ilk Mesnevî sohbetine İstanbul Şişli Camii Vakfı’nda başladık.
Malumunuz, geçmişte Mesnevî sohbetleri genelde camilerde yapılmıştır. Daha sonra ise Galata Mevlevîhane’ sinin haziresi içine inşa edilmiş olan “Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi”nde devam ettik.
Ayrıca Üsküdar da bulunan “Benötesi Psikoloji Derneği”nde de üç yıldan beri halka açık sohbetlerimiz düzenli olarak devam etmektedir. Bunların dışında yine çeşitli kültür ve eğitim çalışmaları yapan iki ayrı dernekte ve bir vakıfta da düzenli bir şekilde sohbetlerimiz devam ediyor. Şefik Can Dedemizin de buyurduğu gibi maksat insanlara faydalı olmak, gerisi teferruat.
Yakın bir zamanda açılışını gerçekleştirdiğiniz “Şefik Can” adına bir dernek kurdunuz. Müsaadenizle bundan sonraki sorularımız da bu konuda yoğunlaşacağız. Öncelikle bu Dernek düşüncesi sizde nasıl gelişti? Derneğin kuruluş aşamasından biraz bahseder misiniz?
Efendim, bendeniz Şefik Can Dedemizle tanıştıktan sonra en büyük arzularımdan biri dedemiz adına bir dernek veya vakıf kurmaktı. Bu arzumu dedemiz Hakk’a yürümeden evvel kendisine iletmiş, bu konuda zât-ı âlilerinden manevî destek niyâz etmiştim. Fakat dedemiz Hakk’a yürüdükten sonra bu arzumu gerçekleştirmek için fazla da cesur olamadım. Çünkü dernek veya vakıf kurmak aslında o kadar da önemli değildi. Önemli olan Hz. Mevlâna’mız ve Şefik Can dedemizin görüş ve düşünceleri doğrultusunda onlara lâyık hizmetler verebilmekti. Bu ise bendenize göre çok daha ciddi, çok daha önemli bir sorumluluktu. Fakat tüm bu hassasiyetime rağmen çeşitli tecelliler bize bu dernek oluşumunu da mümkün kıldı.
Şükürler olsun ki bu ulvî sorumluluğun bilincinde, idealist dostların maddi ve manevî destekleriyle bu yolda hizmet etmeye niyet ettik ve yola çıktık. Cenâb-ı Hakk niyetimizi makbul, yolumuzu âsân eylesin inşallah.
Bizlere biraz kuruluş amacınız ve hedeflerinizden bahseder misiniz?
Efendim, elbette öncelikle tek gayemiz, insana ve insani değerlere yönelik hizmet vermeye çalışmak. Buna bağlı olarak da, Şefik Can dedemizin düşünceleri, eserleri üzerine bilimsel ve sosyal çalışmalar yürütmek. Tüm ömrünü vakfettiği Hz. Mevlâna’nın evrensel görüşlerini öncelikle yaşamak, dolayısıyla da yaşatmaya çalışmak. Bu hususta hizmet veren sivil toplum faaliyetlerinin etkinleştirilmesi ve geliştirilmesini sağlamaktır. Özellikle de bu konuda hizmet vermeye çalışan kişi ve kurumlara destek vermek.
En büyük arzularımızdan biride, eski Mevlevîhanelerin geçmişte kalan işlevini, çağımız şartları içerisinde tekrar canlandırmaya çalışarak, günümüz insanına maddi manevî kültürünü yaşayabileceği güvenilir, düzgün, huzurlu bir ortam hazırlamak. Fakat bunun yanı sıra hani mümkün olsa da taşın, toprağın, çiçeğin, böceğin, ağacın, suyun, hayattaki her zerrenin yanında olup, biz de onlara hizmet ve şefkatimizle bir teşekkür edebilsek. Hak nasip eder inşallah.
Kurduğunuz bu derneğe “Şefik Can” gibi çok değerli bir zatın ismini verdiniz. Aynı zamanda yaptığınız hizmetlerinizle de onu yaşatmaya çalışıyorsunuz. Bu sizce bir vefa borcumu?
Şefik Can Dedemiz son yüzyılımızın çok değerli bir Mevlevî mürşidi ve Mesnevîhân-ı. Aynı zamanda da bizlerin manevî büyüğüdür.
Hz. Mevlâna ve Mesnevî ile ilgili ne bilip gördüysek, hepsini onun âli şahsında gördük bildik. Kendisinin hiçbir şey söylemesine gerek bile yoktu. Yaşam biçimi, maddi manevî hâli, sessiz sakin duruşu bile insana Hz. Mevlâna ve Mesnevî’yi hatırlatırdı. Onun üzerimizdeki hakkını hiçbir şekilde ödeyemeyiz. Öyle âli bir şahsiyetin adını yaşatmak ta bizim haddimiz değil. Şefik Can Dedemiz doksan altı yıllık yaşamında bir tek nefesini dahi boşa geçirmeden tüm ömrünü Hz. Mevlâna ve Mesnevî’ye adayarak bu âlemde hoş bir seda bırakmıştır. Şuna gönülden inanıyorum ki Hz. Mevlâna ve Mesnevî anıldıkça Şefik Can dedemizin adı da her zaman şükran ve hayırla anılacaktır. On dokuz senede konularına göre açıklamalı olarak hazırladığı Mesnevî tercümesi onun her zaman rahmetle, minnetle anılmasına vesile olacaktır. Arz etmek istediğim şu ki, isminin yaşaması için Şefik Can dedemizin bizlere hiç ihtiyacı yok. Gayemiz Şefik Can dedemizin adını yaşatmak değil, naçizane onun seçkin adının gölgesinde, yine ondan aldığımız aşk-u muhabbet ve Cenâb-ı Hakk’ın lütfuyla bizlerin de bu fâni âlemde hoş bir seda bırakabilmesidir.
Bu konuda hizmet vermeye yönelik birçok dernek ve vakıf olduğunu biliyoruz. Neden siz de yeni bir dernek kurmayı düşündünüz?
Efendim, bu şuna benzer: Karadeniz varken Akdeniz neden? Gül varken menekşe niçin? Beyaz varken siyah niçin gibi. Cami çoktur ama cemaatin gayesi birdir. Rabbimiz, dinimiz, peygamberimiz bir olmasına rağmen, İslâm içerisinde çeşitli mezhepler, tarikatlar vardır. Bu tarikatların da sayısı bellisiz kolları vardır. Bu durum bir ayrılık gibi görünse de aslında bir bütünü tamamlayan çeşitli parçalardır. Bizler de kendimizi bir bütünün parçaları olarak kabul ediyoruz. Az evvelde arz ettiğimiz gibi, temel gayelerimizden biri de, evrensel bir bakış açısıyla insani hizmet veren kurum ve kuruluşlara destek olmaktır. Bütünü parçalamak değil, kopanı birleştirmek inşallah.
Şefik Can Dedemiz her zaman şöyle söylerdi:
“Hz. Allah çeşidi çok seviyor. O nedenle farklılıklar sizi asla rahatsız etmesin. Hatta o kadar çeşit seviyor ki, tekliğinin ispatı için her şeyden çift yarattığı gibi onların da rengi, sayısı, cinsi, sayıya hesaba bile gelmez.”
Düşünün ki, Eşref-i mahlûkat olan insanı bile farklı renklerde yaratmış. Kimse kimseye benzemez, herkes şahsına özeldir. Farklılıklardan ve çeşit gibi görünen teklikten rahatsız olmak ancak cahillerin işidir. Bizden önce aynı amaçla kurulmuş birçok dernek veya vakıf vardı. Bundan sonra da daha niceleri olacak inşallah. “Maksat, biri iki görmek değil. İki gibi görüneni bir görmeye çalışmak.” “Sen ben davasına düşmeden hizmet çemberi içerisinde olmaya gayret göstermek”.
Şu an derneğinizin mevcut çalışmaları hakkında kısa bir bilgi verebilir misiniz? Ayrıca ileriye dönük olarak belirlediğiniz hedefleriniz nelerdir?
Efendim, bildiğiniz üzere henüz çok yeniyiz. Buna rağmen çok kısa zamanda Mesnevî sohbetleri, Hz. Mevlâna’nın Dîvân-ı Kebîri ve Niyâzî Mısrî Dîvân-ı okumalarına başladık.
Ney, Bendir, Ud dersleri de verilmekte. Ayrıca Türk Tasavvuf Musikisi icra edilmektedir.
Farsça ve Osmanlıca derslerinin ise bir an evvel başlatılmasından yanayız. Özellikle canlı bir tarih olan Şefik Can Dedemizin arşivini değerlendirmek, kendi sesinden bantlara kaydettiğimiz yaşamını kitap hâline dönüştürüp halkımızla paylaşmak da öncelikli vazifelerimizden biri olmalı diye düşünüyorum.
Bunun yanında konusunda uzman yetkili kişilerin eğitim ve desteğiyle, derneğimiz bünyesinde “Doğal Afetler Arama Kurtarma Destek Ekibi” de kuruldu. Allah lâzım etmesin ama bu da hayatın bir gerçeği. İleriye dönük hedeflerimizde ise ufkumuzu çok geniş tutmaya çalıştık. O nedenle de bildiğiniz gibi Uluslararası bir dernek kurduk. Fakat bazı şeyler de zaman içerisinde şekillenecek inşallah.
Uluslararası bir dernek kurduğunuzu söylüyorsunuz.
Neden Uluslararası bir dernek? Bunu biraz açar mısınız lütfen?
Hz. Mevlâna’ya gönül vermiş, dünyanın çeşitli ülkelerinde farklı kültürler içerisinde yaşayan büyük bir kitle var. Uzun yıllardır şuna çok yakın olarak şahit oldum, bu insanlar ülkemize geldikleri zaman hâl olarak Mevlevîliğin yaşanmaya çalışıldığı bir mekân, bir ortam bulmakta zorlanıyorlar. Gayemiz çok küçükte olsa böyle bir boşluğu doldurmaya çalışmak.
O nedenle de derneğimizde Semahane, Kütüphane, Sohbethane, Misafirhane, Mescit ve yüz kişiye yemek verebilecek bir kapasiteye sahip mutfak donanımı bulunmaktadır.
Yanlış anlaşılmasın, bizler bir şeylere sahip çıkmaya çalışmıyoruz. Bütün yolar tıkansa âşıkların yolu tıkanmaz. O nurlu yollar hiçbir zaman karanlıkta kalmaz.
Âşıklar yolu sahipsiz değil ki birileri sahip çıksın! Gayemiz, Hakk’ın lütfettiği ölçüde o yolda yolcu, yolcularına da hizmetçi olabilmektir. Siz de bilirsiniz ki, Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi “İnsanların en hayırlısı insanlara hizmet edendir”. Eğer lütfedilirse, bizler bu hizmetin talepkârıyız.
Nur Hanım, derneğinize üye olabilmek için belirli bir katılım şartı var mıdır? Kimler derneğinize üye olabilir? Üye olmak için mutlaka Mevlevi olmamız şart mı?
Efendim, herhangi bir ticari kurum ve kuruluşta dahi yer alsanız, mutlak uymanız gereken çeşitli prosedürler vardır. Siz kolektif olunması gereken yerde bireysel davranamazsınız. Bizler ki, Hz. Mevlâna’ya naçizane gönül vermiş, temeli manaya dayalı bir derneğiz. Elbette öncelikle, uyulması gereken değişmez manevî değerlerimiz vardır. Mademki bir Mevlevî derneğiyiz; hem Hz. Mevlâna gibi ulu bir sultanın, hem de o isimde yok olmuş Şefik Can hocamızın adını taşıyoruz; elbette o isimlere lâyık bir hâl ve tutum içerisinde olmaya çalışmamız mutlak şart diye düşünüyorum. Bize tertemiz olarak teslim edilen bir yolu çöplerimizi atarak kirletemeyiz.
Demek istediğim şu ki, “Ehli diller arasında aradım kıldım talep, her hüner makbul imiş; illâ edep, illâ edep, illâ edep”.
Diyelim ki Mevlevi olmayı istiyoruz. Bunun ilk adımı nedir? Sonraki aşamalarda bize getireceği sorumluluk nelerdir.
Mevlevî olmak demek öncelikle Hz. Mevlâna’yı sevmek ve o büyük zâta gönül vermek demektir.
Hz. Mevlâna âşıklar sultanıdır. Mevlevîlik, Hz. Pir’in ilâhî aşkıyla beslenen âşıkların aşk yoludur. Yani ilk adım AŞK’ tır. Sonraki aşamalarda ise bize getireceği sorumluluk sadece ahde vefadır.
Peki Nur Hanım “AŞK” nedir desem bunu nasıl tarif edersiniz?
Hz. Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr’indeki bir gazelinde derki: “Aşk nedir ?” diye sorarlarsa de ki: “Aşk; dileği, isteği, yapıp yapmama arzusunu, iradeyi terk etmektir.” “Yani aşk, kişinin kendi hiçliğini idrak edip, aklî iradeyi terk ederek tümüyle külli iradede yok olmasıdır.
Daha anlaşılır bir şekilde buna, teslimiyet diyebiliriz. Zaten İslâmiyet de teslimiyet demek değil midir?
Bazı insanlar derler ki, bir cüz-i bir de külli irademi var? bu biri iki görmek değil midir?
Hz. Pir’de der ki: mademki hiç kopan ayrılan bir şey yok. Peygamberler neyi birleştirmeye geldi?
Mevlevi ile Semazen farklı şeyler midir?
Efendim, elbette farklıdır. “Hz. Mevlâna’nın âşıklar yolunda yolcu olmaya çalışanlara Mevlevî denir.”
Semazen olmak ise, insanın yaratılışında, fıtratında var olan çeşitli duygularını ritim ve hareketlerle ortaya koyma hâlidir”.
Bu his Âdemden bu yana farklı şekillerde kendini göstermiştir. Bazılarında rahmanî, bazılarında da nefsanî bir şekilde tezahür etmiştir.
Sema deyince ilk akla gelen Mevlevîlerdir. Fakat bunu sadece Mevlevîlikle sınırlamak doğru olmaz. Yani Sema, Hz. Mevlâna’dan öncede vardı ama Hz. Pir’in coşkun aşkı vesilesiyle çok daha yakından bilinir oldu.
Bununla birlikte Mevlevîler Sema’yı belli bir âdap, erkân içerisinde özel bir ritüel hâline dönüştürmüşlerdir. Sizlerinde bildiği gibi bir Mevlevî ayinindeki Sema’da hiçbir hareket manasız ve boş değildir. Başından sonuna kadar hepsi belli bir manaya dayanmaktadır. Bunlar da çeşitli sembolik hareketlerle ifade edilmektedir.
Her Mevlevi aynı zamanda “Sema” yapar mı?
Üzülerek belirtmeliyim ki Sema’nın artık ticareti yapılıyor. O nedenle her Semazene Mevlevî diyemediğimiz gibi, tüm Mevlevîler de mutlak Semazendir diye kesin bir kural da yoktur. Fakat genelde tüm Mevlevîler Sema yapmıştır ve yapmak isterler. Zaten onun için de Sema sadece Mevlevîlerle bütünleşmiş ve tümüyle Mevlevîlere ait bir ritüel durumuna gelmiştir.
Hz Mevlana zamanında bayanların Sema yaptığına dair bir bilgi var mıdır?
Mevlevîlik tarihi açısından çok önemli bir kaynak olan Eflâkî’nin “Menakıbü’l-Arifin” isimli eserinde; Hz. Mevlâna’nın kadınların Sema meclislerine gidip onlarla birlikte Sema ettiği ve kadınlar tarafından üzerine güller serpildiği çok açık bir şekilde yazılmaktadır.
Ayrıca Hz. Mevlâna’nın torunu olan Ulu Arif Çelebi’nin de tıpkı dedesi Hz. Mevlâna gibi kadınlarla görüşüp konuştuğu, onların Sema Meclislerine gittiği Mevlevî kaynaklarında kayıtlıdır. Elbette tüm bu söylenenler o dönemin edep, gelenek ve görenekleri çerçevesinde yapılmıştır.
Bu değerli bilgilerinden dolayı Nur Artıran Hanıma teşekkür ediyor, yeni açılan Şefik Can derneğinin hayırlara vesile olmasını dileriz
Röportaj: Güzin Osmancık
|