DÜNYANIN DÜĞÜNÜ VAR
BAĞLAR, BAHÇELER ÇEYİZ HAZIRLIYOR
Cenâb-ı Hakk buyurdu ki: “Çiçekleri boya, fırça olmadan boyadık. Onlara güzel kokular bağışladık.” “Yeryüzünün bütün sırları, İlkbahar mevsiminde kendini gösterir, meydana çıkar. Kış mevsiminde ölenler tekrar dirildiler. Artık kıyameti inkar edenlere itibar kalmadı”
Hz. Mevlânâ
Her biri ayrı ayrı makamlarda öten kuşların, renk renk, çeşit çeşit çiçeklerin, sıcak güneşli günlerin, doğanın dirilişinin gizli habercisi olan soğuk kış günlerini, çiçek çiçek, lâpa, lâpa yağan karları, gerilerde bıraktık. Şimdi gönül bahçemizde açılan yeni goncalarla vuslat heyecanını yaşıyor büyük ümitlerle İlkbaharın keyfini çıkarıyoruz. Sıcak yaz günlerinde neler yapacağımızı düşünürken bir yandan da çeşitli tatil hayalleri kuruyoruz.
Canlanan doğanın heyecanı, sevinci, kâinatın en önemli bir parçası olan insanların da, rûhlarında farklı bir coşku ve yaşama sevinci yaratmaktadır. Bu dünya değirmeninde bir avuç ilâhi buğday olan insanın, hakiki mânâda rûhunun derinliklerinde yaşadığı bahar heyecanını ve coşkusunu, herkes kendi anlayışı ve idrâki içerisinde en iyi şekilde yaşayabilmek için gayret göstermektedir.
Soğuk kış günlerinin veda edip, İlkbahar’ın büyük bir sevinçle bizlere merhaba demesiyle birlikte her yıl görsel ve yazılı medyada da çeşitli uyarıcı yayınlar başlar. Çok değerli uzmanlarımız bahar mevsiminin insan psikolojisi üzerinde çok büyük etkileri olduğunu, bu konunun önemini, dikkat edilmesi gereken hususları, uzun, uzun anlatırlar. Yiyeceklerimizi, içeceklerimizi, giyeceklerimizi, tüm insani duygularımızı en iyi şekilde yönlendirmeye çalışırlar.
Bu yapılan uyarılara katılmamak baharın gelişini ciddiye almamak elbette mümkün değil. Birçoğumuzun normal bir mevsim değişikliği olarak kabul ettiği İlkbaharda ki bu dirilişi, gönül gözüyle izleyerek canlanan her zerrenin hakikatini gören, onlardan gelen ilâhi sesleri duyarak büyük bir heyecana kapılan Hz.Mevlânâ’da bu ilâhi coşkunlukla, Mesnevi’de, Divân-ı Kebir’de bahar mevsiminde gizlenen ilâhi sırları açıklamış; Dîvân-ı Kebir’de elliden fazla baharla ilgili gazel söyleyerek, hakiki mânâda gönlümüzün, rûhumuzun baharını yaşamanın yollarını bizlere en açık bir şekilde göstermiştir.
Hz.Pir’imiz; Mevsimlerin kraliçesi olan bahara karşı daha fazla duyarlı olmamız, tabiatın dirilişine biraz da mânâ gözüyle bakmamız, yeşeren her canlının bize sevgiliden haberler getirdiğini unutmamamız için, her zaman ki ilâhi coşkunluğuyla bizleri uyarmıştır. Çiçeklerle süslenmiş her bahar dalını, sevgiliden haberler getiren bir dost olarak tasvir ederek, bu değerli dostun, O eşsiz sevgiliden getirdiği haberleri de, ledünni bir şarap olarak bizlere ilâhi bir şiir demeti şeklinde, Dîvân-ı Kebîr’inde ve Mesnevi’de sunmuştur.
Hz.Pir’e göre yaratılan her şey canlıdır ve kendi lisan-ı halleri ile insanoğlunu Hakk’a davet etmektedirler. Bahar mevsiminde ise bu davet çok açık ve net olarak herkesin anlayacağı, göreceği bir şekilde yapılmaktadır. Baharla birlikte topraktan başını kaldıran her canlı hiç bir ayrıcalık yapmadan tüm insanlık âlemine Hakk’a giden yolların kapılarını açarak, onlara geldikleri yerlerin hikmet dolu sırlarını anlatırlar. Hz.Pir’imiz konuyla alâkalı olarak Dîvân-ı Kebir ve Mesnevide bulunan çeşitli beyitlerde şöyle buyurmuştur:
“Toprak emindir ona ne ekersen hâinlik etmez ektiğini fazlasıyla biçersin fakat; Bahar mevsimi Cenâb-ı Hakk’tan ferman getirmedikçe toprak içindeki sırları asla dışarı vurmaz” [1]
Önceleri “Kış mevsimi geldi yaprakları döktü diye şikayetler ediyordun. Şimdi kalk da gül bahçesine gel! Bahar’ın gelişiyle kış mevsiminin nasıl bozguna uğradığını, kaçıp gittiğini gör! Gök gürlemesinden davul seslerini duy! O sesler “Dünyanın düğünü var; bağlar, bahçeler çeyiz hazırlıyor” demek istiyor. Gel, gel de pâdişahın meclisini gör; toprağın nasıl neşelendiğini, güldüğünü seyret !”[2]
“Geçen sene kış mevsiminin korkusundan kaybolup giden yeşilin güzelleri, güller, reyhanlar, şebboylar, karanfiller ve daha sayılmayacak kadar çok çiçekler sanki kıyamet koptu da yeniden dirildiler. Bu sene hepsi de yüz kat daha güzel, daha hoş kokularla geldiler. Gül yüzlü güzeller ötelerden, yokluk âleminden oynaya oynaya geldiler. Bu gelişten gökyüzü memnun oldu da, onların ayaklarına yıldızlar serpti” [3] “Bahar mevsimi gelip de her şey yeniden canlanınca benim gönlüm çiçeklerle süslenmiş her dalı, gizli sevgiliden haberler getiren bir dost olarak görür de, sevgilimin vûslatını arar, sevgilime doğru koşar gider” [4] “Baharın getirdiği sevgi havası ile bir çok yılanlar, birbirine yâr olur, Gül dikenle barışır, dost olur. Allâh’ın lütfû, ihsanı, bahçeyi güllerle, çiçeklerle süsler, ihtişamlı bir padişah haline getirir. Her an bahçeden elçi gibi bir hoş koku gelir de; “Ne duruyorsunuz; İlkbahar geldi; dostları bahçeye çağırın !” diye seslenir. Bahçe içten içe kendi sırrını, kendinde bulunan gizli kuvveti sürükler; yürür, gider, yol alır da sana derki : “Ey insan ! Sen de içten içe yol al. Sende gizli bulunanı bul, ona doğru yol al da, sen de canlan, senin de canına can gelsin” Her fidanın sırrı toprağın içinden baş kaldırır yücelir. Göklere doğru yükselen, boy atan mi’rac eden ağaçlar, sanki bahçelerde göklere uzanan merdivenler koymuşlardır. Duygulu ve imanlı kişiler yerlerde sürüklenmesinler, göklere çıksınlar diye onları da mi’raca davet etmektedirler.” [5]
Bağlar bahçeler baharın hasretiyle sararıp solmuştu ötelerden “Dost elçisi olarak gelen neşeli İlkbahar gelişiyle bizleri çok sevindirdi; Yerimizde duramıyoruz; kararsızız, mestiz, âşığız, mahmuruz! Ey göz; Ey gönül çerağı ! Siz de hasret kaldığınız çemen güzellerini, yeşillik dilberlerini artık beklemeyiniz; onların hepsi de geldiler. Haydi; onları görmek için bahçeye çıkın! Çıkınız bahçelere, çıkınız çayırlıklara; çemenliklere gayb âleminden tanımadığınız garip kişiler geldiler, bahçelere kondular. Gelenleri karşılamak, onlara “Hoş geldiniz!” demek, hatırlarını sormak âdettendir! Görmüyor musunuz ? Gül ötelerden kokular getirdi, güzel renkler getirdi. Bahçe de gülün gelişini kutlamak istiyor! Diken beraber yaşayacağı güler yüzlü efendisinin yüzünü seyretmek için süslendi güzelleşti. Sanki kıyamet koptu da geçen sene Aralık ayında çürüyüp gidenler, Ocak ayında donanlar, ölüp gidenler, kutlu ilkbahar gelince dirildiler, topraktan baş çıkardılar. Meyveli dallar, ötelerden canlılara yararlı armağanlar getirdikleri için neşe ile nazlanmadalar! Meyvesi olmayan kökler eli boş geldikleri için utandılar da yaprakların arkasına saklandılar. Madde âleminde böyle olduğu gibi, mânâ âleminde de can ağaçları böyle olur. İyi ağaç, verimli ağaç belli olur, meydana çıkar, mânevi meyveler verir. Kötü ağaç da verimsiz, bahtsız, zavallı bir halde kalır” [6]
Can gözünü açıp bu olup bitenleri görme vakti geldi. “Kış görevini tamamlayıp geçti gitti. İlkbahar geldi.Yeryüzü yemyeşil oldu. Herkes neşeli bir hal aldı. Gel sevgilim gel; lâleler arasıda gezme zamanı geldi. Ağaçlara bak ; hepsi de sarhoşlar gibi darmadağın, hepsi de başlarını sallayıp durmada! Seher rüzgârı bir efsun okudu da, gül fidanları yerlerinde duramaz oldular, neşe ile oynamaya başladılar! Nilüfer yasemine; “şu kıvranmayı seyret” dedi. Çiçekler de yeşilliğe “Allah’ın lûtfû, ihsanı geldi, her taraf süslendi güzelleşti” dedi. Nergisin gözlerini kırparak “ibret alacağımız zaman geldi!” sözünü duyan menekşe de, sümbül gibi gönlünü Hakk’a verdi ve o duygunun heyecanı ile secdeye kapandı. Baharla her yer öylesine güzelleşti ki, sanki benzeri olmayan büyük bir ressam fırçayı eline aldı da, yaptığı resimlerle dağın, ovanın, bağın, bahçenin güzelliklerini belirtti. Gafillerin gözleri önünde onları bir bir sergiledi. Bu güzel resimleri yapan, bu şaheser tabloları ortaya koyan eşsiz ressamın nûrundan benimde rûhum mest oldu. Ben O eşsiz ressama kurban olayım. Bahçelerde bulunan diğer varlıklar gibi ilâhi kudret karşısında mest olan, kendinden geçen söğüt başını sallayarak dünyayı yeniden dirilten o eşsiz, o pek büyük yaratıcı hakkında acaba ne söyledi ? Uzun boylu selvi de acaba ne gördü de, bu görüşle uzadıkça uzadı, büyüdükçe büyüdü” [7]
İlkbahar elinde çiçek sepetiyle gülücükler içinde geldi ”Bahçeye neşeler veren gül, yüzünü yanağını tozlardan, kirlerden arındırmış, gömleğini yırtmış gülüyor dikenlerin verdiği acılara, kederlere sabrediyordu! Âdeta; “Ey insanoğlu: Bana bak; bana bak ta örnek al, sen de benim gibi ol!” demek istiyordu” [8] “Görünüşte gül ile diken birbirine aykırıdır muhaliftir. Fakat bu aykırılık biri iki gören göze aittir. Aslında aykırılık yoktur. Hepside O’nun bahçesinin mahsulüdür. Gül bahçesi diken ile gülü ayrı gören gözü gördü de şaştı kaldı, bu ikiliğe çok güldü” [9]
Gül açıldığı zaman sana derki: “Ben dikenle beraber bulunduğum için neden gama düşeyim? Neden kendimi gama salayım? Zaten ben gülmeyi o kötü huylu dikenin arkadaşlığına katlandığım için kazandım, ben güzelliğimi onun yüzünden elde ettim. Dikkatle bak da gör ki; yapraklarımı bir bir koparsanıza da yine de gülmeyi bırakmam. Yapraklarımın rengi de solmaz” [10] Bahar’ın gelişiyle birlikte “Gülerek neşeyle yerden başını kaldıran gül: “Sabır ferahlığın anahtarıdır” diye seslenir. Bahar da yeşeren her dal: Zorluk yok! Bak ben sabrettim inciler gibi hoş meyveler vererek huzurunuza geldim der” [11] Görünürde “Bir boyacı yokken, gelinleri süsleyen kadın da ortalıkta görünmezken, gül o güzel rengini, o hoş kokusunu nereden aldı da parıl parıl parlamaya, gizlilik perdesinden yüz göstererek gülmeye başladı” [12] “Aslında Cenâb-ı Allah güle gizlice bir şey söylemişte onu çok güldürmüş. Sadece gül’e mi söylemiş ? benim gönlüme de söylediği şeylerle gönlümü gülden yüzlerce kere daha gülücü neşeli bir hale getirdi”[13]
Bahar mevsiminde ”Güllere; “içinizdeki gizli sırları dökün, gönlünüzde Hakk sevgisine ait ne varsa onları açığa vurun! Mağara dostu ile halvet zamanı geldi dendi ! Bu ilkbahar mevsiminde duyguların içinizde kalması doğru değildir” diye emir verildi. Can kuşu; “Yâ Hû” deyince, kumru “Kû, Kû; nerede, nerede ? Onun kokusunu bile alamadın, sana bekleyiş hissesi düştü!” demeye başladı. Bu arada, bahçede bulunan çınar ağacı üzüme yüzünü çevirdi de “Ey hep yerlere baş koymuş secdeye kapanmış üzüm! Kendinde güç bul, ayağa kalk da etrafına bak; her şey yeniden dünyaya geldi! Dünya gelinler gibi süslendi, güzelleşti! Senin gözün bir şey görmüyor” dedi. Üzüm; “ben kendi isteğimle, kendim secdeye kapanmadım! Beni O secde ettiriyor” dedi. Elma, kendisini bir şey zannederek bir davaya girişti : “Benim Cenâb-ı Hakk’a karşı zannım iyidir; O her şeyi yerinde ve güzel yaratır” diyerek benliğe kapıldığı için,”Bakalım elma sözünde duruyor eziyetlere katlanıyor mu, Allah’tan gelen belâlara sabrediyor mu ?” diye Cenâb-ı Hakk tarafından imtihan edilmek istendi. O yüzden herkes onu taşlamaya, başına taşlar yağdırmaya başladı. Elma gibi taşlanan başına belalar gelen kişi de, Hakk’a gerçekten bağlı er kişi ise atılan taşlardan şikayet şöyle dursun, güler, neşelenir. Çünkü o taşlar padişahlar padişahından geliyor” [14]
Dostlar; hep birlikte bahçede ki elma’nın hatırını soralım. ”Selvi ağaçlarının yanına gidelim. Yüz üstü yatmış uyuklamış bahtımızı sevgilinin bahtı gibi uyandıralım. Bahçedeki çimen garipleri nasıl bir hileye baş vurarak ayaksız olarak koşarlarsa bizde hem ayağımız bağlı hem de adım atarak o garipler yurduna gidelim. Toprak bedenden baş kaldıran, kurtulan rûhun adı “ Akan yürüyüp giden” mânâsına gelen “Revan”dır. Biz de dizi bağlı canı tutalım, onların menzillerine kondukları yere götürelim. Ey yaprak; elbette bir kuvvet buldun da dalı yarıp çıkabildin, ne yaptın da zindandan kurtuldun? Hadi söyle, söyle de bizde beden hapishanesinden kurtulmak için senin yaptığını yapalım. Ey selvi; Yerden baş kaldırdın, yüceldin. Seni yaratan sana ne seyir gösterdi? Bilelim de bizde seyredelim. Ey gonca; Gülün rengine boyanıp çıktın, dikenle dost olup kendinden geçerek buralara kadar geldin. Geldin ama nasıl geldin? Söyle de ne yaptınsa bizde onu yapalım. Bu hoş beyaz anber rengin ve kokun nereden geldi ? O anber kokusu hangi semtten geliyor? Bu evin kapısı nerede, göster de bizde o kapıya hizmet edelim. O kapının kulu kölesi olalım. Ey bülbül! Senin feryâdına acıdılar, imdadına koştular. Ben senin feryâdına kul olayım köle olayım. Sen gül yüzünden neşelisin. Ben senin ötüşlerinden neşeliyim. Ben bu ihsana nasıl şükredebilirim? Ey insan sende aklını başına al da, gül bahçesinden gelen çeşitli sırları duy! Harfsiz, sesiz, sedasız söylenen hakikatleri işit! Ey bülbül bende anlattığın o aşk masalını anlayabilirsem, sende sazına başka bir düzen ver, güzel seslerinle beni başka türlü mest et” [15]
“Ah ! nerede gül bahçesi ? Nerede gül bahçesindeki güllerden aşk kokusunu alacak burun, o sözleri işitecek kulak”[16] “Sende kulağından gaflet pamuğunu çıkar. Bahçedekilerin konuşmalarını dinle! Çok yakınında bulunan lâlelerden ve çok uzaklardaki dağlardan gelen sesleri duy” [17]
“Fakat sen yaprakların el çırptığını göremezsin Onların çıkardıkları neşe seslerini zikirlerini tesbihlerini duyamazsın; bunları duymak için can kulağı, gönül kulağı gerek baş kulağı değil. Aklını başına alda baş kulağını yalana faydasız sözlere tıka ; tıka da can şehrini aydınlanmış olarak gör. Hz. Muhammed’in mübârek kulağı dünyada ki bütün seslerin sözlerin sırrını iç yüzünü duyduğu için Cenâb-ı Hakk Kur’ân’da o eşsiz varlığa “Kulağın tâ kendisi” diye buyurmuştur. O aziz Peygamber baştan başa kulaktır gözdür” [18]
“İlkbahar mevsimi kanatlarında binlerce renkler bulunan tavus kuşu gibi salına salına gelince, her tarafı gelin gibi süsledi güzelleştirdi. “Bahar’a: Sen nerelerden çıkageldin diye sorduğum zaman “Ben ötelerden onun güzellik bahçesinden geldim” diye cevap verdi. Sonra bana dedi ki: “ Canlar zevke dalsınlar diye şarap getirdim. Çiçekler getirdim. Hastaların iyileşmeleri için ilaçlar getirdim, macunlar getirdim” [19]
“Baharın bu neşeli gelişi, Rahmetler saçmağa şifalar dağıtmağa başladı. Süs çiçekleri Hz.Ali’nin Zülfikâr’ı gibi parıl parıl parlamaya koyuldu. Yeryüzünün her zerresi gökyüzünden gebe kalmıştı. Dokuz ay doldu da o yüzden hepside kararsız bir halde kıvranmaya başladı. Nar çiçeği düğümlerle doldu. Kat kat oldu. Dere, rüzgarın yaptığı ufak dalgalarla zırhlara büründü. Ova menekşelerle kaplandı. Dağ lâlelerle süslendi. Çiçekler öpüşme zamânı geldi diye dudaklarını açtılar. Gülümsemeye başladılar. Selviler birbirleriyle kucaklaşmak için kollarını açtılar. Gökyüzü de yıldızlarla süslenmiş bir gül bahçesi gibi. Fakat o gönül gül bahçesini görünce, yüzünü bulutlarla örttü ve gönülden çok utandı. Diken “Ey halkın ayıplarını örten ALLAH” diye gece gündüz yalvarıp duruyordu. Duası kabul edildi de dikenlikten çıktı, gül oldu. Diken iken gül yanaklı, hoş kokulu bir dilber haline geldi. “Kış mevsiminde ölenler tekrar dirildiler. Artık kıyameti inkar edenlere itibar kalmadı” Allah’ın canlar bağışlayan lûtfu yardım etti de “Bahçenin Ashâb-ı Kehf’i uykudan uyandı. Ey ölüyken dirilen ağaçlar, otlar, çiçekler! Siz, kış mevsiminde neredeydiniz? Uykularınızda rûhların gittiği yerde değimliydiniz? Sizler her gece duyguların uçup gittiği yerde, her gece rüyalarda görülüp seyredilen varılıp beklenen yerdeydiniz. Şu görünen beş duygu ile görünmeyen beş duygu her gece usanmış yorulmuş, melûl, mahzûn bir halde ayaklarını sürükleyerek o âleme giderlerde seher vakti canlanmış olarak koşa koşa kalkar yine bu âleme gelirler” [20]
“Bağlar bahçeler çiçeklerle süslensin; kuşlar kanatlansın uçsun diye gönlü sevgi ile, merhametle dolu olan ilkbahar da, işte böyle nazlı bir gelin gibi eteklerini sürüyerek salına salına ötelerden gelir. Yarattıklarındaki güzellikleri göremeyen körlerin, sözünü duyamayan gönül sağırlarının bu inatlarına rağmen, ilkbaharın güzellikleri içinde kendini gizleyen sevgili, insanları hayran bırakmak, canlara can katmak için çeşitli güzellikler içinde kendini gösterir”[21]
Sevinin, neşelenin, gülün, eğlenin, baharın duvağı açıldı o hoş sevgili yüzünü gösterdi “ Bağın bahçenin perişanlığı geçip gitti. Güzel yüzlü güller dikenlere doğru gitmedeler. Aşığın “Eyvah” diye diye söylenmesi, sızlanması boş yere değildir. İşte vuslat ordusu yola düşmüşte, O “Eyvah”lara çare bulmaya geliyor. Çekinme açıkça söyle, şu bedene ait istekler sonbahar gibi kaçıp gidince, bahar gibi olan Hakk’ın sıfatları geliyor. Ey beden bahçesinin müflisleri sonbahar yolunuzu kesmişti, varınızı yoğunuzu almıştı. İlkbahar sultanı ihsanlarda bulunmak, elinizden çıkanları tekrar bağışlamak için yollara düşmüş de geliyor. [22]
Ben baharın yollara düşüp gelişine “Eyvah”lara çare oluşuna mest olup kaldım. “Aslında bahar, bağlarda ve bahçelerde kıyametin kopmasıdır; torağın içinde gizli olan sırların açığa çıkmasıdır, meydana vurulmasıdır. Çin güzellerinin gönüllerini göstermesidir. Yeryüzünde yeşeren her dal gizli bir dille bizlere diyorlar ki : “İnsan isen, eğer sende bir gönül varsa göster! Senin gönlün, insanlığın, ne zamana kadar bu beden balçığı içinde gizlenecektir “Kış mevsiminde bağların bahçelerin duası ; “Allah’ım! Ancak sana ibadet ederiz!” sözüdür. İlkbaharda ise; “Ancak Sen’den yardım dileriz” niyazıdır. “Allah’ım ancak sana ibadet ederiz !” demekle bir şey dilemeye, lûtûf istemeye geldik; bizi soğuk kış günlerinde, hazanlar içinde daha fazla bekletme! Artık zevk ve neş’e dirilik kapısını aç!... Onun “Allah’ım ancak Sen’den yardım dileriz!” deyişi ise, “meyvelerin çokluğundan, ağırlığından dallarım kırılacak! Ey yardımı istenen, yardım eden Allah’ım; Sen beni koru!” demek isteyişidir! “[23] “Yerden biten baş kaldıran her ağaç ve yaprak şunu söylerler: Hocam ne ekersen ancak onu biçersin” [24]
“Eğer ALLAH’ın yer yüzü bahçelerinde başaklar bitmezse salkımlar yeşermese; Allah’ın yer yüzü geniştir !denilebilir miydi. Fâni ve gelip geçici olan bu yer yüzü bile çeşitli ekinler meyveler çeşitli mahsuller vermekten vazgeçmediğine göre, yeryüzünden daha çok geniş olan mânâ âlemi nasıl olurda mahsul vermez. Bu dünya toprağının mahsulü hadsiz hesapsızdır. Bir tanenin bile en az mahsülü yedi yüzdür. Buna dikkat et de öbür tarafın mahsulünün ne kadar olacağını sen anla” [25]
“Ey gönül ; Şu Baharı seyret ! Bu hal, gerçekten de bir kıyamet ! Bütün yıl iyi kötü ne ekildiyse Bahar mevsiminde onlar bitmekteler, kendilerini göstermekteler! Bahar diyor ki: ”Ey can! Sen, nefesini bir tohum gibi bil; iyi tohum ek de, karşılık olarak şu kara topraktan sana güzel fidanlar baş kaldırsın, bitsin!” Gerçekten de gizli şeyler, gizli sırlar, kıyamet kopmuş gibi meydana çıktı. Ey güzeller güzeli; Ey efendimiz; Ey sahibimiz; Ey eşsiz sevgili! Sen ne diye kendini gizlersin artık? Zaten sen de, yarattığın, dünyayı süslediğin eserlerinle ortadasın, Baharla birlikte açıkça görünmedesin!” [26]
İlkbahar gelince toprakta ve topraktan baş kaldıran her şeyde gördüğün o coşkunluk nedir, biliyor musun ? Benim aşk meyhanecim yer yüzüne bir yudum aşk şarabı döktü de ondan Kimi duygusuz donuk bir şekilde görürsen, bil ki; bu dünya’ya bu dünya işlerine âşık olmuş, kendini ona vermiştir. Sen onun işine bakma; Sen benim işime bak! Yeryüzünün bütün sırları ilkbahar mevsiminde kendini gösterir, meydana çıkar! Benim baharım gelince de, benim sırlarım gönülden baş kaldırır, yeşerir. Yeryüzünün gül bahçeleri, yeryüzü dikenleri ile örtülür! Halbuki benim gül bahçem açılınca benim hiç dikenim kalmaz. Sonbaharda sararıp solanlara, hasta olanlara ilkbahar bir şerbet içirir; fakat benim ilkbaharım gelince benim hastalığım baş gösterir. Soğuk soğuk esen sonbahar rüzgarı nedir bilir misin? Senin inkârının nefesidir! İlkbahar mevsiminde esen hoş kokulu tatlı rüzgar nedir? Benim imanım, ikrar nefesimdir” [27] “Ey dost şu dünyada gördüğün çiçekli güzel kokulu bahardan başka gizli bir bahar daha var. O bahar ay yüzlüdür bu gördüğün bahardan daha güzeldir daha hoştur. O bahar temiz, ârif, kâmil insanların gönüllerinde gizlenmiştir”[28]
Şimdi benim bu anlatacaklarımı can kulağıyla dinle de ne demek istediğimi daha iyi anla; “Sûfinin biri, mânevi neşe bulup içinin açılması, gönlünün ferahlaması için, güllerle dolu bir bahçeye gitmiş, bir köşeye çekilmiş, yüzünü dizine koymuş, sûficesine murâkabeye varmıştı. O sûfi murâkabe esnâsında gönlüne kapanmış, derinlere dalmıştı. Anlayışsız bir kişinin onun uyur gibi halinden canı sıkıldı da; Ne uyuyorsun ? dedi.” Gözünü aç da güllere üzüm çubuklarının haline, çiçek açmış ağaçlara, yeşermiş çiçeklere bak. Allah’ın emrini duy. Cenâb-ı Hakk Kur’an’da Allah’ın rahmet eserlerine bakınız diye buyurmuştur. Sen de başını dizinden kaldır da şu rahmet denizine yüzünü çevir. Sûfi; Ey kendi heva ve hevesine kapılmış kişi dedi. Allah’ın en güzel eseri gönüldür. Gönüldedir. dışarıda bulunanlar ise ancak eserlerin eserleridir. Bağlar, bahçeler, çiçekler, güller, bütün yeşillikler canın tâ içindedir. Dışarıda gördüğün güzellikler, onların akar sularda görünen akisleri hâyalleri gibidir. Su içinde görülen o ağaçlar suya aks eden hâyali bir bağdır. Onlar suyun güzelliği ile, oynar dururlar. Asıl bağlar, bahçeler, çiçekler, meyveler gönüldedir. Ama onların hoş akisleri, hâyalleri, şu topraktan meydana gelen, şu balçığa vurmuştur. Eğer bu dünyada ki gördüğün bağlar bahçeler, gönül âlemindeki neşe selvisinin aksi olmasaydı, Cenâb-ı Hakk bu hâyal âlemine aldanma yurdu demezdi. Ne mutlu o kişiye ki; ölmeden evvel öldü de, onun rûhu bu bağın bahçenin hakikatından bir koku aldı” [29]
İşin özü mânâsı şu ki; “Gül bahçesi ârif’in gönlüdür. Orada irfan çeşmeleri akar durur. Ârif ve kâmil kişilerin Allah’ı hamd edişleri, övüşleri gül bahçesinin bahar mevsimine hamdetmesine, ona şükranlarını arz etmesine benzer! Bu hamdin bu şükrün bahçede yüzlerce belirtisi görülmekte yüzlerce âlameti sezilmektedir.Baharın geldiğine kaynaklarda şahittir; fidanlarda, çayır çimenlerde şahittir.Gül bahçesi de o renk renk açan çiçeklerde şahitdir” [30] Ne yazık ki; “Şu zamanda “İlkbahar gibi olan kâmil ve arif insanlar artık görünmez oldular. Dünyada akan mânâ ırmağının suyu kesildi. Ey ilkbahar ! Göklerden ötelerden bize su gönder de şu dünya değirmeni dönsün” [31] “ Ey insan sende gayret et İlkbahar gibi ol da, bağlara bahçelere gezmeye çıkan güzeller sana gelsinler, sende eğlensinler! Çünkü bu güzeller kışın soğukluğundan kaçarlar. İlkbahar olamıyorsan bari yaz ol; sıcaklara dal ateşler içinde kal! Çünkü o güzellik, o işve olmayınca insan pek çirkin pek değersiz görünür”[32] “Eğer sen her dem kendini bahar mevsimi gibi hissetmiyorsan mutlu ve neşeli değilsen gül yığınına benzeyen bedenin neyin anbarıdır ? Gül yığını senin canındır. Düşüncede gül suyuna benzer. Gül suyu gülü inkar ediyor. İşte sana çok şaşılacak bir şey !”[33]
Şaşkınlık bir türlü değil ki; Ben de can baharının hasretinden şakınım. “Ey Baharın nefesi, Ey Baharın hoş kokularını getiren rüzgârı, Ey Bahar mevsimi! Sen bize ötelerden “Can Baharından” haber ver. Senin çiçeklerinin kokularından, renklerinden, hafif, hafif sallanışlarından anlıyorum ki, sen de “Can Baharından” mest olmuşsun!” [34] “Yâ Rabbî! Bugün bize gelen bu hoş koku, Hakk’ın sırlarının hareminden esip geliyor. Keremin lûtfun bağlara bahçelere yeni elbiseler giydirdi. Hastalara şifa yurdundan ilaçlar geliyor. Bahçedeki bütün ağaçlar namaza durmuşlar, kuşlarda tesbih çekmedeler. Menekşeler rukû’a varmış, iki büklüm olmuş yokluktan varlık alemine gelenlerin hepsi de, neden var olduklarını,niçin yaratıldıklarını bilmiyorlar. Sanki var oluştan ötürü mest olmuşlarda nereden geldiklerini unutmuşlar” [35] Şunu iyi bil ki; “Şimdi senin görmüş olduğun bu bağlar bahçeler su ile değil, aşk ateşi ile yeşermiş gelişip boy atmışlardır” [36]
“Fakat nerede aşk bağında gezmeğe çayıra çemene basmaya lâyık ayak ? Nerede selviyi yasemini seyretmeye lâyık göz” [37]
Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki: “Ey ashabım, ey benim dostlarım; sakın, ilkbahar serinliğinden ürkerek bedenlerinizi örtmeyin. Çünkü ilkbahar rüzgârı, ağaçlara yaptığı te’siri bedenlerinize de, canlarınıza da yapar. Fakat sonbahar soğuğundan kaçının; çünkü sonbahar soğuğu, üzüm bağlarına yaptığını size de yapar. Bu hadisi rivâyet edenler, mânâsını zâhire; görünüşe göre vermişler, bunu da yeterli bulmuşlardır. Bu kişilerin, candan hadisin rûhundan haberleri yoktur. Onlar hadisin dışında kalmışlar,içine girememişlerdir. Onlar,dağı görmüşler de, dağdaki madeni görememişlerdir. Hadiste bahis buyrulan sonbahar, nefstir, nefsin isteğidir. Akıl ile can da ilkbaharın tâ kendisi, sonsuzluktur. Şu halde hadisin mânâsı şöyle yorumlanır : Velilerin pâk, temiz nefesleri bahar gibidir. Yaprakların, filizlerin hayatıdır. Bu sebeple yumuşak olsun, sert olsun, velilerin sözlerini dinlemekten örtünüp kaçınma. Onlara kulak ver; o ilahi sözler senin dinine destek olur. Sıcak da söyleseler, soğuk da söyleseler onları hoş gör, o değerli sözleri can kulağıyla dinle ve yerine getir. O sözleri yerine getir de, şu dünya hadiselerinin çeşitli etkilerinden, sıcağından, soğuğundan, yakıp kavuran cehennem azabından kurtul! O mübarek sözlerin soğuğu da sıcağı da ilkbahardır. Hayattır. O sözler gerçekliğin, tam inancın, kulluğun özüdür, mayasıdır. O nefeslerle can bahçeleri dirilir, gerçek hayata kavuşulur. O nefeslerle gönül deryaları incilerle dolar” [38]
Ey müminler artık sevinin neşelenin! Tâbi olduğunuz Peygamber sizi esirlikten kurtardı; selvi gibi süsen gibi baş kaldırın hür olun.Sizde her an yeşermiş, güzelleşmiş, çeşit çeşit çiçeklerler süslenmiş gül bahçesi gibi size bu lûtuflar da bulunan suya dilsiz dudaksız şükredin. Selviler, yeşillikler, çiçekler, güller dilsiz dudaksız olarak suya ve ilk baharın adaletine şükredip dururlar! Ne de zarif kıymetli elbiseler giymişler, eteklerini sürükleyerek, neşeli neşeli kendinden geçmiş gibi hoş bir hâlde oynamadalar ve her tarafa anber kokuları saçmadalar! Onların her cüzü her parçası bahar padişahından gebe kalmışlar; bedenleri meyve incileri ile dolmuş taşıyor. Sanki evlenmeden kendisine dokunulmadan Hz.İsa’ya gebe kalmış Meryemler gibi susmadalar. Lâf ettikleri yok, fakat hâl dilleri ile, gönül dilleri ile çok fâsih, çok mânalı,lâtif sözler söylüyorlar. Bahar mevsiminde her ağacın sayısız yaprakları , her çiçeğin, her yeşilin,hatta ağaçlarda neşeli neşeli öten kuşlar,böcekler hepsi hepsi lisan-ı halleri ile konuşmadalar; hepside konuşma gücünü güneşten, Hakk’ın nurundan almadalar” [39]
Gördüğün “Bu ağaçlar toprak altında ki insanlara benzerler. Ellerini topraktan dışarıya çıkartarak halka yüzlerce işaretler ederler, kulağı olana anlayana nice sözler söylerler, nice nasihatlar ederler. Yemyeşil dilleri ile, up uzun elleri ile toprağın gönlünden sırlar açarlar. Ağaçlar kış gelince başlarını kazlar gibi su içine çekerler. Onlar soğuklarda çirkinleşmiş, kargalaşmışken ilk bahar gelince çiçeklerle, yaprak ve meyvelerle süslenir, güzelleşir, tavus haline gelir.Allah onları kış mevsiminde hapseylemişti; hapiste sıkılmışlar kargaya dönmüşlerdi. Allah acıdı da bahar gelince onları tavus haline getirdi. Kış onları öldürdü ama, bahar gelince hepsini de diriltti. Yapraklarla çiçeklerle süsledi.
Allah’ı inkar edenler derler ki; bu hal yani ağaçların yapraklarının dökülmesi, sonra tekrar yapraklanması, eskiden beri olagelen tabii bir haldir.Bunu ne diye kerem sahibi Allah yarattı diyelim. Onların körlüğüne rağmen Cenâb-ı Hakk dostlarının gönüllerinde de mânevi bağlar bahçeler bitirir. Gönüllerde mânevi kokular saçan her gül, onlar duymasalar görmeselde Küll’ün sırlarından haberler verir durur” [40]
“Nûrdan bir tavan gibi olan gökyüzüne bir kere bakmayı yeter bulma, tekrar tekrar bak ! Orada bir yarık, bir noksan görebilir misin. Madem ALLAH sana; “tekrar tekrar bak”! diye emretti, sende bu gökyüzüne, yıldızlarla süslenmiş bu nurdan tavana, kusur bulmak isteyen ve noksanlık arayan bir kişi gibi, tekrar tekrar bak. Yıldızlarla süslenmiş gök yüzüne defalarca baktığın gibi şu yer yüzünü, şu kara toprağı görmek bilmek, güzelliğini, özelliklerini anlayıp beğenmek için ne kadar çok bakmak gerekiyor ? Yer yüzünün saf olanını tortusundan, iyisini kötüsünden, temizini kirlisinden ayırt edebilmek için, ne kadar çok uğraşmak, ne kadar çok çalışmak, kendini zorlamak lâzımdır?
Şu kara toprağın, şu yer yüzünün başına gelenleri bir düşün. Kış mevsiminin ve sonbaharın çeşitli imtihanları, yazın kavurucu sıcağı, sonra ALLAH’ın merhmeti gereği can bağışlar gibi kara toprağı dirilten ilkbahar. Rüzgarlar, bulutlar, yağmurlar, şimşekler, hep bu gelip geçici şeyler toprağı uyandırmak, içindeki tohumları yeşertip başkaldırmalarını, meydana gelmelerini sağlamak içindir.
Boz renkli toprağın cebinde la’l gibi, taş gibi değerli değersiz ne varsa hepsini meydana çıkarması içindir. Şu gamlı kederli suratı asık kara toprak; Allah’ın hazinesinden, kerem deryasından her ne çaldı ise, her neyi koynunda sakladı ise takdir polisi ona; doğruyu söyle, ne çaldın, ne götürdün, onları birer birer açıkla der. Hırsız yani toprak “ Hiçbir şey almadım, hiç bir şey çalmadım” der. Polis onun bu sözüne inanmaz, onu sımsıkı yakalar, çekiştirir durur. Polis ona bazen şeker gibi tatlı sözler söyler, bazen onu asar ona en kötü işkenceleri yapar. Böylece; kahırla lütûf arasında, korku ile ümit ateşinin tesiri ile toprağın koynunda gizlediği Hakk’ın lütûf hazinesinden çalınmış şeyler çeşitli bitkiler, meyveler, çeşitli mâdenler hâlinde meydâna çıkar.
O bahar mevsimleri Hakk polisinin lütfû’dur, ihsanıdır. Sonbaharlarda yine Hakk’ın toprağı ürkütmesi, korkutması, hırpalamasıdır. Kış mevsimi ise toprağın mânevi olarak çarmıha gerilmesidir. Sanki ona “Ey gizli hırsız meydan çık” denilmesidir. İşte bu kara toprakta olup biten şeyler, topraktan yaratılan bizim bedenlerimizde olup biter. Hakk yolunda olup nefsi ile savaşan kişinin de zaman olur gönlü ferahlar, zaman olur daralır, derde düşer, şüphelerle kıvranır.
Çünkü su ve balçıktan yaratılan bedenlerimiz cân ışıklarını inkar eder o ışıkların hırsızıdır. Bu yüzdendir ki, Hakk teâlâ hârareti, soğuğu, ağrıyı, sızıyı, hastalığı, derdi bizim bedenlerimize yüklemiştir. Korku, açlık, mal noksanlığı, sakatlık, bütün bunlar değerli geçer akçe olan “can”ın meydana çıkması içindir.Bu korkutmalar, bu vaadler, hep birbirine karışmış iyi ile kötünün ayırt edilmesi içindir” [41] Kendi beden varlığını oturup düşündün mü ? “İlk baharda hiç taş yeşerir mi ? Sen de toprak ol da, senden de renk renk güller yetişsin. Yıllardır gönüller inciten, kalpler kıran taş oldun; ne olur denemek için olsa bir zaman da toprak ol”[42]
Sen topraktan da aşağı mısın ? Toprak bahar gibi bir yâr bulunca ondan yüz binlerce nûr elde eder, çiçeklenir. O ağaç, yâri olan baharla buluşunca onun hoş havasından, sevgisinden ötürü, baştan ayağa çiçeklerle donanır. Bahar mevsiminde çiçeklerle süslenen o toprak, güz mevsimi gibi soğuk uygunsuz bir yâr görünce, yüzünü ve başını yorgan altına çeker gizlenir. O zaman ağaç sana derki; kötü huylu bir yâr ile karşılaşmak belâya uğramaktır. Öyle soğuk biri yanıma gelince onun varlığını hissetmemek için uykuya dalarım.Uyuyayım da Ashab-ı Kehf’den olayım, mağarada ki uyku mağarada haps olup kalmak Dikyânus’a hizmet etmekten daha iyi. Bilgi ile irfân ile uyumak, yâni uyuyanın bilgili ve hikmet sahibi bir kişi ile arkadaş oluşu, rûhani uyanıklıktır. Fakat duygusuz, bilgisiz ile oturup konuşan uyanık kişiye yazıklar olsun o kişiye acımak gerekir.[43]
“Bu âlemde dört mevsim vardır. Her mevsimde öbürüne zıt ! Dört düşmanla ayrı ayrı savaşmaya can ve güç sensin. İlkbaharımız sen gel de bir birine zıt olan bütün mevsimler yansın, yok olsun. Senin güzelliğin baharın hükmünü yürütsün. Dünyada yalnız ilk bahar kalsın”[44]
“Ben bütün ölülerin dirilip kalktıkları bu bahara, kıyâmete öyle şaştım, öyle şaştım kaldım ki; artık söz söyleyemiyorum; sözü bitireceğim! Zaten gönlümdeki düşünce ve duyguları anlatmama da imkan yok!.. Sus! Sus da, bahçedeki kuşlardan, ötelerden, gayb âleminden gelen haberleri dinle!” [45]
“Gökten su indiren odur. Sonra biz onunla her türlü bitkiyi çıkarırız o bitkilerden bir filiz ondanda büyüyüp birbirinin üstüne binmiş taneler başaklar çıkarırız. Hurma tomurcuklarından sarkan salkımlar üzümler zeytin ve nar bahçeleri bitiririz.
Bunlardan kimi birbirine benzer kimi benzemez. her birinin meyvesine bir ilk meyve verdiğinde bir de tam olgunlaştıkları zamana bakın ! Elbette bütün bunlarda iman edecekler için alınacak bir çok dersler vardır” [46]
Kaynakça
[1] Şefik Can. Mes.clt.1. 55
[2] Şefik Can. Div.Keb. Clt.1. 412
[3] Şefik Can. Div.Keb. Clt.1. 362
[4] Şefik Can. Div.Keb. Clt.1. 303
[5] Şefik Can. Div.Keb. Clt.1.73
[6] Şefik Can. Div.Keb. Clt.2. 487
[7] Şefik Can. Div.Keb. Clt.1. 441
[8] Şefik Can. Div.Keb. Clt.3. 969
[9] Şefik Can Div.Keb.Clt.4.Rubailer 611
[10] Şefik Can Mes.clt.3.3258
[11] Şefik Can.Div.Keb.Clt.2.820
[12] Şefik Can.Div.Keb.Clt.1.429
[13] Şefik Can Mes.clt.3.4129
[14] Şefik Can. Div.Keb. Clt.1. 441
[15] Şefik Can.Div.Keb.Clt.2.739
[16] Şefik Can Div.Keb.Clt.2.822
[17] Şefik Can. Div.Keb. Clt.3.1215
[18] Şefik Can. Mes. clt.3. sayfa 20
[19] Şefik Can. Div.Keb.Clt.2.705
[20] Şefik Can. Div.Keb.Clt.1.298
[21] Şefik Can. Div.Keb. Clt.3.1365
[22] Şefik Can Div.Keb. Clt.1.300
[23] Şefik Can. Div.Keb. Clt.3.1024
[24] Şefik Can Div.Keb. Clt.1.297
[25] Şefik Can.Mes. clt.4.1760
[26] Şefik Can. Div.Keb. Clt.3.1335
[27] Şefik Can. Div.Keb.Clt.2.879.
[28] Şefik Can. Div.Keb. clt.1.63
[29] Şefik Can.Mes.clt.2. 1358.
[30] Şefik Can.Mes.clt.4.1767.
[31] Şefik Can.Div.Keb.cilt.1.134
[32] Şefik Can. Div. Keb. clt.2. 858
[33] Şefik Can.Mes.clt.6.1826
[34] Şefik Can.Div.Keb.Clt.3.1335
[35] Şefik Can.Div.Keb.Clt.1.348
[36] Şefik Can.Div.Keb.clt.1.394
[37] Şefik Can Rubailer 883
[38] Şefik Can. Mes. Clt.1.2046
[39] Şefik Can.Mes. clt.6. 4542.
[40] Şefik Can .Mes.clt.1.2014
[41] Şefik Can.Mes.clt.2.2947
[42] Şefik Can.Mes.clt.1.1911
[43] Şefik Can.Mes.clt.2.33
[44] Şefik Can. Div. Keb.Clt.1.357
[45] Şefik Can. Div.Keb. Clt.3.947
[46] En’am suresi 99 ayet
nurartiran@superonline.com
|