Filibeli Sıdkı Dede
1239 (1824) yılında Filibe’de [Bulgaristan] doğdu. Üçler Mezarlığı’ndaki kabir taşında yazılı olduğu gibi, yüz on sene yaşamıştır. İlk öğrenimini Filibe’de yaptı. Gördüğü bir rüya gereğince 1267 (1851)’de İstanbul’a geldi. Kadıasker Filibeli Halil Fevzi Efendi’den Arapça, Farsça öğrendi. Sonra 1292 (1875)’te Konya’da (çileye soyundu); 1001 gün Mevlâna Dergâhı’nda hiçbir yere ayrılmadan bu hizmeti tamamlayıp hücreye çıktı. 1883’te tarikatçi ve mesnevihan Hacı Eyüp Çelebi ölmüştü. (Yerine o, mesnevihan oldu). 1885’te (Sultan Selim Camii’nde) hatiplik görevini ifa etmek ve cehrî namazlar [Sabah, Akşam, Yatsı] ile Cuma, Bayram namazlarını kıldırmak üzere vekâlet beratına da mâlik oldu.
Sıdkı Dede medreseden mezun (olduğu için) Arapça ve Farsça’yı çok iyi bilirdi. Nitekim 1906’da Konya’yı ziyarete gelen o zamanki Almanya’nın İran Büyükelçisi Friedrich Rosen, babasının Mesnevi tercümesinde [Münih, 1913] Mevlâna dergâhındaki hücre sahibi dervişler arasında yalnız Sıdkı Dede ile rahatça Farsça konuşabildiğini açıklamaktadır. [Bu kitabın bir nüshası Konyalı arkadaşımız Tevfik Dündar Bey tarafından daha bazı kitaplarla birlikte Mevlâna Müzesi Kitaplığı’na armağan edilmişti.]
Sıdkı Dede hakkında mevleviler arasında şöyle bir olay da anlatılır: Vaktin postnişinlerinden Sadrettin Çelebi zamanında İran’dan Dergâh’a gelen Farsça bir mektubun anlaşılması bahis konusu olunca Sıdkı Dede, “Fakir onu bir göreyim” demiş ve mektubu alıp hücresine gitmiş. Orada mektubu okumuş ve güzel talik yazısıyla anlamını kağıda geçirmiş ve cevabını Farsça yazarak (ilgili kişiye) sunmuştur. O günden sonra Sıdkı Dede’nin bilgiçliği daha geniş ölçüde yayılmıştır.
Sıdkı Dede yalnız din bilimiyle kalmamıştır. (Kendisinin) aynı zamanda sanat dallarından hat ve hak [oyma] çalışmalarında da büyük (mahâreti) vardı. Bu uğurda pek çok çabaları olduğunu bildiğimiz bu büyük bilgicin sanat dalına ait bir yapıtı kitaplığımızda bulunmaktadır. Bu eserin baş tarafında bir Mevlâna sikkesi ve etrafında renkli çiçek süsleri vardır. Bu kitap başlığı ve metin yazıları Sipehsâlâr’ın Farsça menâkıb kitabındadır. Kitabın ilk sahifesinde, kendisinin kazdığı mühürle mühürlenmiş “temelleke’l-fakîr hâdimü’l-Mesnevî Sıdkî el-Mevlevî”(15) yazısı bulunmaktadır.
Sıtkı Dede Köprübaşı’na giden caddeden sola dönen Ovalıoğlu Sokağı’nda, Ovalıoğlu Camii (Çelik Paşa) yanında, iç güveysi olarak girdiği eşi Hediye Hanım’ın evinde otururdu. Çocuğu olmamıştı. Bu sebepten Osmanlı Müellifleri yazarı Bursalı M. Tahir Bey ve Aşçıbaşı Salâhaddin Dede “ümmetsiz peygamber” diye takılırlardı. Az konuşur, herkesle içli dışlı olmazdı. Sakalını boyardı. Orta boylu, kendi halinde, dindar bir kişiydi. 1352 (1933) yılında sonsuzluğa kavuştu. Kabri Üçler (Türbe) Mezarlığı’ndadır. Çeşitli kişiler, ölüm ağıdını yazmışlardır. Fakat onların en içlisini Üsküdar Mevlevihânesi (son) şeyhi Ahmed Remzi Dede (Akyürek) şu mısralarıyla söylemiştir:
Mesnevîhân u imâm-ı Hânikâh-ı Pîr idi(16)
Ârif-i kâmil mücevvid pek fasih Sıdkî Dede
Keşf-i râz etmezdi nâ-ehle bulursa ehl-i hâl
Bahs açardı sırr-ı vahdetten sarih Sıdkî Dede
Mescide behr-i imâmet yüz sürerdi her seher
Âsitâna subh-ı sâdıkla sabih Sıdkî Dede
Sinni yüz on üçe erdi işbu fânî dünyede(17)
Vermedi bir kerre yüz vechen melih Sıdkî Dede
Tengnâ-yı hücre-i tenden çıkardı cânı pâk
Buldu dâr-ı vaslda cây-ı fesih Sıdkî Dede
Remziyâ târîhi gerçektir erenler lutfudur
Mak‘ad-ı sıdka kuûd etdi sahih Sıdkî Dede
(1352)
Yukarıda yazdığım “Sinni yüz on üçe erdi işbu fânî dünyede” mısraına göre Sıdkı Dede’nin kabir taşında (yazılı olan) ve Selçuk Es’in şüpheli olarak bildirdiği [Yeni Konya, yıl 25, sayı 9665, sahife 3, Konya 1973] doğum yılını (1242/1826)’dan saymak doğru değildir; bilakis 3 yıl daha geriye götürerek [1239/1824]’den başlatmak lazımdır. Çünkü Ahmed Remzi Dede’nin Sıtkı Dede’yle çok eskilere dayanmış bir tanışıklığı vardır.
O halde Konya’daki kabir taşının yapımı esnasında verilmiş yanlış bir bilgi (söz konusudur). Bu sebepten taştaki “Ta‘lîm-i edeble yaşayıp yüz ona girmiş” satırı, Sıdkı Dede’nin yaşını üç yıl eksik göstermektedir. Bunun için Dede’nin kabir taşındaki sayıyı değil, Şeyh Ahmed Remzi Dede’nin mısraındaki yüz on üç yaşını kabullenmek daha doğrudur.(18)
Yakup Şafak
|