Selman Tüzün
Son Mevlevi Şeyhi Hamuşan'a sırlandı
Nezih Uzel
Eski zaman Mevlevi şeyhlerinin sonuncusu geçen hafta Hakk'a yürüdü. Hamuşan'a sırlandı.
İmparatorluk İstanbul'unda yer alan beş Mevlevihaneden Eyyub Bahariye Mevlevihanesi'nin son şeyhi Selman Tüzün hayata veda etti.
Selman Efendi ailesinden devraldığı eski Beşiktaş, sonraki Bahariye postuna çok küçük bir yaşta oturmuştu. Bu yüzden Konya Çelebilik Makamı, Bahariye Mevlevihanesi'ne bir de şeyh vekili tayin etti. Baha Bey adını taşıyan bu vekil, Selman Efendi'nin olgunluk çağına kadar tekkeye nezaret edecekti. Ne yazık ki, bu amaç gerçekleşmedi. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra Cumhuriyet hükümeti, bir isyanı öne sürerek bütün tekkeleri kapattığında Bahariye Mevlevihanesi de küçük Selman, vekili Baha Bey, binası, semahanesi, harem dairesi, selamlık odası, mutbağı, mescidi, su kuyusu, mezarlığı, nesi var nesi yok bütün teşkilatı ile birlikte tarih oldu, gitti.
Aile bir süre "mülga" tekkede oturdu...
Sonra yangın...
Yangından sonra göç., evsizlik., perişanlık.
Felaketli yıllar.
* * *
Aradan otuz yıl geçti.
Bir gün Selman Bey bir haber aldı. Konya'da Mevlana İhtifali yapılacaktı...
Toplantılar, törenler, konuşmalar, şiir geceleri...
Bu arada sema...
Cenabı Mevlana'yı "takliden" sema yapılacak, ancak ortada kallavi bir "yasaklama" kanunu bulunduğu için "sema" sadece "gösteri" mahiyetinde olacaktı. Bir "tarikat ayininden" asla söz edilmeyecekti.
Selman Bey düşündü...
Onunla birlikte bütün Mevleviler de düşündüler...
Otuz yıldan beri sema yapılmamıştı... Az değil, yedi yüz yıllık gelenek nerede ise unutulacaktı.
Tekkeleri kapayan, koskoca bir medeniyeti silip süpüren, geri kalanları da yok etmeye azmetmiş muazzam siyasal güç, bu defa yıkıntıların arasından seçtiği eski bir düzene, bilinmez hangi sebeple ve kimlerin eli ile yeniden "yol" vermeye çalışıyordu.
Her ne hal ise...
Kısacası yeniden "sema" edilebilecekti...
Mevleviler razı oldular...
Selman Bey de razı oldu...
Kim ne isterse düşünsün, ne isterse yapsın, ne plan kurarsa kursun, yeter ki, "sema yapılsın" dediler.
* * *
Bir otuz yıl da böyle geçti.
Konya'da Mevlana ihtifali "kanunun açık bıraktığı" bir yerden "İçişleri Bakanlığı'nın" görüşü alınarak yıllarca devam etti. Sema da yapıldı, tarikat ayini de... Ancak "gösteri" kavramı ile "ayin" anlayışı arasında çok ince bir denge kurulmuştu. Yönetim "son derece de dikkatliydi".
Semazenler dönecek fakat bu dönüşte "din ve tarikat" neş'esine yer vermeyeceklerdi. Açıkçası idare "Dönün ama Allah (c.c.) için değil turistler için dönün" diyordu.
Bu gerçek, bir hükümet yetkilisi tarafından James Dicky isimli bir İngiliz'e açıkça söylendi. Bir gün Ankara'da Mevleviler'i ve dervişleri hararetle savunan James Dicky, Türk yetkilinin ağzından dökülen şu kelimeler karşısında hayatı boyu unutamayacağı bir şaşkınlığa düşüyordu: "Onlar gerçek Mevlevi değillerdir. Eğer öyle olsalar biz onlara izin vermeyiz. Dönmeleri bir oyundan ibarettir. Allah için döndüklerini söylüyorsalar engel oluruz..."
Kimin ne için döndüğünün pek anlaşılmadığı önceki otuz yılın sonlarına doğru Mevleviler'le idarenin arasında kurulan "ince denge" iyiden iyiye sallanmaya başlamıştı...
O sırada İstanbul'da bir grup "Mevlevi" işin gidişatını farkederek yeni bir grup kurmaya çalışıyor, bir başka grup Konya'yı resmileştirmeye çaba harcıyordu. Konyalıların içlerine semazenlikten gelme milletvekilleri bulunduğu için başarılı da oluyorlardı.
* * *
Doksanlı yıllara doğru ortalık iyice kızıştı...
Hükümet, tekke, denge derken ortaya bir de "kadın semazen" mes'elesi çıkmıştı.
Mevleviler üzülüyorlardı.
Selman Bey de üzülüyordu. Eski Mevlevi tekkesinin son şeyhi hayatının sonlarına doğru "çöküntüyü" bütün sıkıntıları ile birlikte yaşıyordu. Tekke asıl şimdi kapanıyordu.
Yaşı da ileriydi. Hazret sonunda eve kapandı.
Kendisine bağlı kalmış bir grup yaşlı-genç Mevlevi veya Mevlevi hayranı ile birlikte küçük bir topluluk oluşturdular.
Evradlarını okudular, sema ve zikrullaha gayret ettiler.
İntisaba meyledenlere sikkeleri giydirildi, dersleri verildi. Din ve tarikat terbiyelerine ihtimam gösterildi. Kusurlarına "ya settar" dendi.
Neticede yüreklere su serpen muhteşem bir şey oldu.
Eyyub'de Bahariye'de sönen gül, Nişantaşı'nda kuytu bir apartmanın zemin katında açtı...
Harap hıyaban "gül bahçesine" dönüştü. Her yer yediveren gülleri ile doldu.
Şaşılacak bir iş oldu... Hem de "I-çişleri Bakanlığı'nm görüşü" alınmadan.
Eski Beşiktaş, sonra Eyyub Bahariye Tekkesi, Nişantaşı'ndan filiz verdi.
Selman Bey geçen hafta göçtü... Hamuşan'a sırlandı.
Mevleviler, mezarlığa "Hamuşan" diyorlar... "Susanlar" demek.
Selman Bey de "sustu"... Ama sesi hep duyulacak.
Kalp gözü açıklar için.
Aksiyon 17 Haziran 1995
|