SEM'A
Mevlevîlik deyince ilk akla gelen semâ’, lügatte işitmek mânâsındadır. Terim olarak, mûsikî nağmelerin dinlerken vecde gelip hareket etmek, kendinden geçip dönmektir. Hz.Mevlânâ zamanında belli bir nizâma bağlı kalmaksızın dînî ve tasavvûfî bir coşkunluk vesîlesiyle icrâ edilen sema’, sonradan Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi zamanından başlayarak Pîr Âdil Çelebi zamanına kadar tam bir disiplin içine alınmış, sıkı bir nizâma bağlanmış; icrâsı öğrenilir ve öğretilir olmuştur [34]. Böylece XV.yüzyılda son şeklini alan Sema’ Töreni’ ne daha sonra sadece XVII.yüzyılda Nâ’t- ı Şerîf eklenmiştir.
Sema’, sembolik olarak, kâinatın oluşumunu, insanın âlemde dirilişini, Yüce Yaratıcı’ya olan aşk ile harekete geçişini ve kulluğunu idrak edip “İnsan- ı Kâmil” e doğru yönelişini ifâde eder.
Mutrıb ve semâzenlerin şeyh postunu selâmlayıp, semâhânede yerlerini almalarından sonra şeyh efendi semâhâneye girer, mutrıb ve semâzenleri selâmlayıp posta oturur.
Mutrıbdaki saz grubu asıl olarak neylerden oluşur. Bulunduğu takdirde bu heyete rebab, kanun, tanbur gibi diğer sazlar da ilâve edilir. Neyzenlerin başında bir neyzenbaşı, âyinhanların başında da kudümzenbaşı vardır. Bütün mukaabeleyi kudümzenbaşı yönetir. Âyinhanlar iki veye üç kudümle usûl vurarak eseri okurlar. Ayrıca âyinhanlardan biri halîle (zil) ile, bir diğeri de zilsiz def (bendir) ile usûle iştirak eder.
Sema’ Töreni, “Nâ’t-ı Şerîf’le başlar. Nâ’t-ı Şerîf kâinatın yaratılmasına vesîle olan, yaratılmışların en yücesi Hz.Muhammed’i öven, Hz.Mevlânâ’nın bir şiiridir. XVII.yüzyılda bestekârlarından “Itrî” adıyla tanınan Buhûrîzâde Mustafa Efendi’nin Rast makamından bestelediği bu na’t-i, na’t-hân ayakta ve sazsız okur.
Na’t’i, kudüm darbları izler. Bu Yüce Yaratıcı’nın kâinata “ol” emridir. İslâm inanışına göre Allah, insanın önce cansız bedenini yaratmış, sonra ona kendi ruhundan üfleyerek diriltmiştir.
Na'’t’den sonra yapılan ney taksimi işte bu ilâhî nefesi temsîl eder.
Taksimden sonra peşrevin başlaması ile şeyh efendi ve semâzenler, sema’ meydanında sağdan sola doğru dârevî bir yürüyüşe başlarlar. Semâ’ meydanını üç kez dolaşmaktan ibâret olan bu yürüyüşe “Devr-i Veledî” denir.
Semâhânenin giriş kapısı ile tam karşıdaki kırmızı post arasında var olduğu kabul edilen bir çizgi, semâhâneyi iki yarım daireye böler. “Hatt-ı istivâ” denilen bu çizgi, mevlevîlerce kutsal sayılır ve aslâ üzerine basılmaz .
Dördüncü bölüm, Sultan Veled devridir. Bu, Semazenlerin birbirine üç kere selam vererek, bir peşrevle dairevi yürüyüşüdür. Şekilde gizli ruhun ruha selamıdır...Semâ’ meydanının sağ tarafından post hizasına gelen semâzen, Hatt-ı İstivâ’ya basmadan ve posta sırt çevirmeden dönerek karşıya geçer. Böylece arkasından gelen semâzenle karşı karşıya gelir. Bir an göz göze gelen iki derviş, aynı anda öne doğru eğilerek birbirlerine baş keserler. Buna “Mukâbele” denir.
Postun tam karşısında Hatt-ı İstivâ’nın sema’ meydanını kestiği noktaya gelen derviş burada da baş keser ve Hatt-ı İstivâ’ya basmadan yürüyüşüne devam eder.
Üçüncü devrin sonunda şeyh efendinin posttaki yerini almasıyla Devr-i Veledî tamamlanır. Bu devirler, şeyh denilen mânevî terbiyecinin rehberliğinde Mutlak Hakîkat’i “İlm-el Yakîn” olarak bilişi, “Ayn-el Yakîn” olarak görüşü, “Hakk-al Yakîn” olarak da O’na erişi sembolize eder.
Kudümzenbaşının Devr-i Veledî’nin bittiğini îkâz eden vuruşları ile neyzenbaşı kısa bir taksim yapar ve âyin çalınmaya başlar.
Semazen üstündeki siyah hırkayı çıkararak, sembolik olarak, hakikate doğar kollarını bağlayarak bir rakkamını temsil eder. Böylece Allah'ın birliğine şehadet eder.
Semâzenler tek tek şeyh efendinin elini öperek izin alır ve sema’a başlarlar.
Sema’, her birine “selâm” adı verilen dört bölümden oluşur ve semâzenbaşı tarafından idâre edilir. Semâzenbaşı, semâzenlerin dönüşlerini kontrol ederek intizâmı temin eder.
I.Selâm, insanın kendi kulluğunu idrâk etmesidir.
II.Selâm, Allah’ın büyüklüğü ve kudreti karşısında hayranlık duymayı ifâde eder.
III.Selâm bu hayranlık duygusunun aşka dönüşmesidir.
IV.Selâm ise insanın yaratılıştaki vazîfesine yani kulluğa dönüşüdür. Çünkü İslâm’ da en yüce makam, kulluktur.
IV.Selâm’ın başlaması ile “postnişîn” yani şeyh efendi de hırkasını çıkarmadan ve kollarını açmadan sema’ a girer. Postundan sema’ meydanının ortasına kadar dönerek gelir ve yine dönerek postuna gider. Buna “Post Semâ’ı” denir.
Bu arada IV.Selâm bitmiş, Son Peşrev ve Son Yürüksemâî çalınmış, son taksim yapılmaktadır.
Şeyhin posttaki yerini almasıyla Son Taksim de sona erer ve Kur’an-ı Kerîm’den bir bölüm yani “Aşr-ı Şerîf” okunur. Son dualar, Allah’ın adı olan “Hû” nidâları ile son selamlaşmalarla Semâ’ Töreni sona erer. Şeyh Efendi’den sonra semâzenler ve mutrıp da şeyh postunu selâmlayıp semâhâneyi terkederler.
MEVLEVİ MUKABELESİ ve
AYÎN GÖSTERİSİNDEKİ VAZİFELİLER HAKKINDA BİLGİ
Mehmet ÖNDER
Ölüm gününü Hak'ka vuslat-"Düğün günü' sayan büyük Mevlâna'dan sonra, oğlu Sultan Veled ve yakınları tarafından, Mevlâna'nın fikir yapısı ve düşünceleri üzerine (Mevlevi Tarikatı) kurulmuş ve bu edeb-erkân yolunu izleyenlere (Mevlevi) denilmişti.
Mevlevî kelimesi, Mevlâna'ya nisbeti ifâde etmekle beraber, Kur'an-ı Kerîm'deki (Nereye dönersen Allah'ın likasını görürsün) anlamında olan (tevellû) kelimesiyle ilgilidir.
Mukabele denilen Mevlevî âyini gösterisi, Mevlevî Dergâhlarında, sema'hânelerde yapılagelmiştir. Tasavvufî anlamında ilâhî aşk ve cezbeyi, Mutlak Kemal ve Hak'ka Vuslatı, vuslat yolunun derecelerini, sembolize eden mukabele yâni Mevlevî âyini, en küçük teferruatına kadar tesbit edilmiş usûl ve erkânla yapılır. Sema'hâneler'de neyzen, kudümzen, âyinhan ve naathan'lar gibi musiki erkânının bulunduğu ve sıralarına göre yerini aldığı mutrib'in önünde sema' meydanı, onun da tam karşısında şeyh postu vardır. Post'un ucundan sema'hâne girişi ortasına kadar uzandığı farzedilen mevhum çizgiye (hatt-ı istiva) denir. Bu. gerçeğe ulaşan, Vahdet'e giden en kısa yoldur. Bu çizgiye asla basılmaz.
Şeyh ise, bütün ilâhî sıfatlara mazhar olan ve postunda Mevlâna'yı temsil eden Hak ilminin ve (hakikat-i Muhammedi'ye) nin mümessilidir. Post, en büyük manevî makamdır. Ve kırmızı renklidir. Kırmızı zuhur ve tecelli rengidir. Bilindiği gibi gece, şafak denen güneşin batmasıyla zuhur eden bir kızıllıkla başlar. Hazreti Mevlâna da 694 yıl önce, 17 Aralık 1273 Pazar günü akşam üstü güneş gurûb edip, Konya ufuklarını kızıla boyarken bu âlemden öte âleme, can ve beka âlemine göçmüştür. Gündüz de güneş doğarken başlayan ve fecir denen kızılla belirir. Bundan dolayıdır ki, manevî makam post, bir vuslat ve tecelli rengi olarak kırmızıdır.
Mutrıb erkânı, semazenler ve şeyh efendi yerlerine oturduktan sonra mukabelede ilkin Naathan tarafından (Na'at-i Şerif) okunur. Bestekâr Itrî'nin bestelediği Na'at-i Mevlâna. Hazret-i Peygamber'e en içli seslenişlerle bir övgü olup (Yâ Hazret-i Mevlâna, Hak dost...) diye başlar. Sonra ney taksimine geçilir, ney, asıl vatanı olan kamışlığa özlemini dile getirir. Ney, insan-ı kâmil'in sembolüdür ve yanık, içli sesiyle Hak' ka vuslatın özlemini çeker.
Bundan sonra Sultan Veled devri denilen (Devr-i Veledi) başlar. Musikînin temposuyla, âdâb ve erkân üzere, sema'hâne ortasında şeyh, dergâh erkânı ve sema'zenlerle üç devir olan bu merasim, karşılıklı görüşmek, yâni baş kesmekle veya cemal cemale niyaz etmekle, mutlak varlığın kemâl zuhurunu takdis etmektedir.
Semâ'zenlerin başındaki külah, mezartaşına, sırtındaki hırkası mezarına, tennuresi de kefenine işarettir. Onlar dünyadan soyunmuş, gayb âleminin aşk pervaneleridir. Esasen, sema'hânenin sağı görünen, bilinen âlemdir, solu da görünmeyen, bilinmeyen mânâ âlemi, sema'zenler mânâ âleminin mânâ erleridir.
Devri Veledî ölümünden sonra dirilmeye, şeyh'in rehberliği ve irşâdile, ebedî hayata yönelmeye işarettir. Üç devir, Tasavvufta (İlmel yâkîn) yâni Hak'kı ilimle bilmeye, ikinci devir, (aynel yâkîn) yâni görmeye, üçüncüsü de (Hakkel yâkîn) yâni Hak'la bir olmaya delâlet eder.
Şeyh birinci devri tamamlarken, kıdemce en geri ve en geç, nev-niyaz denilen sema'zenle karşı karşıyadır. Birbirine baş keser ve böylece tevazuu en beliğ şekilde ifade ederler. Bu karşılıklı görüşme ayrıca birbirinin gönül kıblesine secdeye varmıştır. Üçüncü devir sonunda, şeyh postuna geçer, sema'zenler de yerlerini alırlar.
Devr-i Veledî'den sonra âyin başlar. Sema'zenler usulünce hırkalarını çıkarır, yâni dünyevî gailelerden soyunur, mezarlarından sıyrılırlar. Bu sırada şeyh postun önüne doğru yürür, baş keser ve herkes ona uyar. Sema'zenbaşı ilerleyerek şeyhin sağ elini öper, şeyh de onun sikkesini.. Bu sema'a destur, yâni izin almaktır. Bundan sonra birer birer sema'zenler şeyhle görüşür ve sema'a kanat açarlar. Sema' ederken kol açan sema'zenin sağ eli dua eder gibi yukarıya, sol eli aşağıya açıktır. Bu (Hak'tan alır, halk'a saçarız, hiçbir şey'i kendimize mal etmeyiz, görünüşte var olan, vasıtalık eden bir suretten başka bir şey değiliz.) anlamına gelmektedir. Bir başka ifadesiyle de (Göğe ağarız, yere yağarız, varlığımız Hak'kın rahmetinde yok olmuştur) demektir. Sema'zenler hem kendi etrafında döner, hem de meydanı devrederler. Feleklerin gezegenlerin, yıldızların ve dünyanın, güneşin cazibesiyle hem kendi etrafında, hem de güneşin etrafında devrettikleri gibi... Sema', bütün âlemlerin güneşi Tanrının huzurunda bir devr-i âlem'dir.
Esasen sema', gerçek varlığa ulaştıran, insanı kendinden geçiren bir cezbe vasıtası, kendinden geçen kişinin can sarhoşluğudur. Mevlâna'mızın ifadesiyle (Aşk'a kavuşmak, buluşmak sultanlığı için, perdeleri kaldırıp içeriye girmek devleti için. can elbisesi) dir.
Sema'nın birinci devresi, âlemleri seyretmedir. Hak'kın büyüklüğünü ve yüceliğini idrâktir. Bundan sonrası (Selâm) olarak tecelli eder. Birinci selâmda âşıklar, şüphelerden kurtulur, Tann'nın birliğine îmân eder. İkinci selâm Vahdet'i, Tanrı birliğini görüş hâline getirmedir. Üçüncüsünde âşıklar, görüşlerini biliş ve oluş mertebesine ulaştırırlar. Bu devrede âşıklar, kendilerini, mutlak varlığın kemal durağına yitirmiş, yok olmuşlardır. Son dördüncü devrede Vahdet durağında ayak direyerek kendi merkezleri çevresinde devrederler.
Sema'zenbaşı sema'ı idare eder. Sema'zenler onun ayak ve baş işaretlerine göre durumlarını ayarlarlar.
Sema'ın üçüncü selâmında şeyh de sem'a girer. Hatt-ı istiva'nın ortasında sema' eden şeyh, şüphesiz burada Mevlâna'yı temsil etmektedir. Şeyh, sema'dan sonra yavaş yavaş ilerler, posta varmasıyla sema da sona erer.
Mehmet ÖNDER
|