Prof.Dr. Cihan Okuyucu

1
Hem hayvansın hem melek:
Tâ be-ten hayvan be-câni ez-melek
Tâ revî hem ber-zemin hem ber-felek 2/3814
Ey insan, ne tuhaf bir varlıksın sen. Zıtlıklar sende birleşmiş. Hayvan da melek de yerinde sabit ama sen bunları nefsinde cem etmiş, ten hayvanıyla can meleğini bir araya getirmişsin. Bu yüzden hem göğe mensupsun hem yere. Bu ikili yapını bil ve ona göre dikkatli davran. Ta ki tenin canına diş geçirmesin, kötülük iyiliğine baş eğdirmesin. Gökler dururken börtü böcek gibi toprağın altını vatan edinmeyesin.

2
Eşek misin İsa mı:
İsîye bak rağbet-i har eyleme
Tab'ını akl üzre server eyleme 2/1871
Eşek de sensin, eşeğe binen de. Eşek senin maddî varlığın, yontulmamış tabiatındır. O eşeği sürüp götüren aklın ve ruhun ise Isa’ya benzer. Sen Isa’ya değer ver, eşeğe değil. Eşeğe benzeyen tabiatını akıl İsa’sının üzerine çıkarma. Bırak bedenin ruhuna hizmet etsin, ulvî gayelerin peşinde yorulsun. Yakışığı kölenin şaha hizmetidir, şahın köleye değil.

3
Sen bu libas değilsin:
Bil ki oldu rûha ten gûyâ libâs
Bî-libâs ol lâbisi kıl iltibâs 3/1616
Sen insan bedenini insanın kendisi sanmadasın. Oysa bu beden ruhun elbisesinden başka nedir ki? Hiç insanın değeri giydiği elbiseyle ölçülür mü? Değer ya da değersizlik onun ruhuyla ilgilidir, bedeniyle değil. O halde sen gözünü ten elbisesinden çek de o libasın içindekine dikkat et. Şekle değil manaya bak. Eğer şekilce benzerlik insan olmaya yetseydi iyi de kötü de bir olurdu.

4
Sen devesin akıl deveci:
Akl-ı tu hemçün şütürbân tu şütür
Mîküşâned her taraf der-hükm-i mur
Akl-i aklend evliyâ vü enbiyâ
Ber-misâl-i üştürân tâ-intihâ 1/2597
Deve yük taşımakta güçlüdür ama kendi başına iş göremez. Her devenin başında bir sahibi vardır. Devenin de gözü var ama o kendi gözünü bırakır sahibinin gözünü göz edinir. Deve kendi aklını ve isteğini sahibinin aklına ve isteğine kurban etmiştir. Kendi istediği yere değil çekildiği tarafa gider. Sen de tence deve gibisin, aklınsa deveci. Akıl tenini her tarafa çeker, durur. Sen tenine değil aklına uy. Nebi ve kâmil velilerse aklın aklıdırlar; bütün diğer akılları bir deve katarı gibi çekip götürürler. Akıllılık daha üstün akla uymaktır, kendi aklına değil.

5
Har şekerden ne anlar:
Yok şekerden fâida gav u hara
Kût-ı can olmakda amma âhara 2/1090
Her nimet o nimete lâyık olanın elinde anlam ve kıymet kazanır. Nitekim insan için şeker, pek kıymetli bir gıdadır ama onun öküzle eşeğin yanında kılca kıymeti yoktur. Çünkü ne eşeğin ne de öküzün damağında şekerden tat alacak bir kabiliyet bulunmaz. Lâyık olmayana verilen nimet de eşeğe şeker sunmaya benzer. Demek ki herkesin zevki ve hoşnutluğu kendi kabınca kabiliyetincedir.

6
Kâmil ve hamın eli:
Kâmilî ger hâk gired zer şeved
Nâkıs er zer bürd hâkister şeved 1/1674
Hamla olgunun bir farkı, eldeki imkânı kullanış biçimidir. Olgun kişi toprağı ellese altın kesilir. O kötülükten bile iyilik çıkarır, imkânsızlığı imkâna çevirir. Leşin kokusunu duymaz da parlayan dişlerine hayran olur. Güneş gibi çiği pişirir, misk gibi yaklaşanı kokular. Nasipsiz hamın elindeyse altın bile küle döner. Kendi yumsuzluğunu çevresine de bulaştırır, düşerken başkalarını da düşürür. Değer bilmediği için altın değerindeki insanlar onun yanında geçmez mangıra döner, hor ve hakir duruma düşerler.

7
Şeker ekmek olur mu:
Ger şekerler olsa şekl-i kurs-ı nân
Nan değil ta'mı şekerdir bî-gümân 1/2980
Dış benzerliği iç benzerliği demek değil. Nasıl ki şekeri ekmek şekline de soksan tadı ekmek değil yine şekerdir. Yediğin şeyin şeker mi ekmek olduğunu bilmek için tatmak lazım. Gözün tatmadan yana nasibi yok çünkü. O halde kalıbı şekere benzeyen her adamı da şeker sanma. Bu dünya elbisesiz adamlar ve adamsız elbiselerle doludur.

8
Balık resmi su içer mi:
Nakş-ı mâhîra çi deryâ vü çi hâk
Reng-i Hindûra çi sabûn u çi zâk 1/2866
Canlı balık için deniz, haya,t kara ölümdür. Ama kağıda bir balık resmi yapsan onun ne denizden haberi olur, ne karadan. Bunların benzerliği sadece şekilden ibarettir. İnsanların kimisi de yalnız kalıp insanıdır. Dışardan bakınca onların gözü kulağı, dili dudağı var sanırsın. Gerçekteyse kalıbın burnu yoktur ki iyilikten bir koku alsın, kulağı ve gözü yoktur ki hayırlı sözleri işitsin, güzeli görsün. Yüzü kara zenciye sabun da bir kara boya da. Gerçek zenci ise gönül zencisidir. O gönlün terazisi kırıktır; bu yüzden iyilikle kötülüğün farkını tartamaz.

9
Işık kirlenir mi:
Düşse kazûrâta tâb-ı şems eğer
Nûruna gelmez habâsetten keder 2/3447
Güneş ışığı pisliğe düşse ışığa o kirden hiç zarar gelir mi? Güneş tabiatlı insanlar bu dünya mezbeleliğinde ısıtmak ve ışıtmak için adam seçmezler. Düşkün ve çirkin kişilerle oturup kalkmaktan, onlara bir zarar gelmez. Nasıl ışığı yerde olan güneşin kendisi pek yükseklerde ise halk arasında görünen Hak erlerinin makamı da yücelerdedir.

10
Gündüz mumu kim yakar:
Rûz-ı Rûşen her ki o cûyed çerâğ
Ayn cesten kûriyeş dâred belâğ
Kim çerağ isterse gündüzde ayan
Ol talep kör olduğun eyler beyan 3/2733
Güneş ortalığı aydınlatmışken mum yakmaya kalkmak ortalığa "ben körüm" diye bağırmaktan başka nedir. Güneşin parlaklığından yarasaya ne fayda. O körlüğü kendine değil güneşe hamletmeye kalkar. Ey vahiy güneşi doğmuşken akıl mumuyla aydınlanmaya kalkan yarasa tabiatlı! Güneşin ışığında kusur yok; kusur senin gözlerinde. Hz.Mevlânâ'nın ifadesiyle senin güneşten anladığın ısıdan ibaret.

11
Ger şu'â-ı âfitab pür zi-nûr
Gayr-ı germî mî-neyâbed çeşm-i kûr 3/4263
Güneşin par par parlayan ışığıyla bütün âlem dolup taşsa körün gözün bundan bir nasibi yok. Onun bütün kısmeti sırtına vuran ısıdan ibaret. Güneşin bin bir nimeti var, onu bir mangal mevkiine indirmek caiz mi? Akıl ve idrak körü de böyledir.O değerli bir şeyi kendi idrakine kendi seviyesine indirir de güneşi mangal, altını pul eder.

12
Bu nasıl körlük:
Ey dirîg ol dîde-i kûr u kebûd
Mihri görmez zerreyi eyler şuhûd 3/2770
Görmek ve körlük de çeşit çeşittir. Vah yazık o göze ki zerreyi görür de güneşi görmez. Uzaktakini tanır da yakındakini bilmez. Önemsizin farkındadır, önemli olandan gafil. Mahluk da halıka göre zerreden bile kemdir. Yaratılmışı görüp yaratanından gafil olmak! İşte gerçek körlük budur.

13
Ucuz alan ucuz verir:
Her ki o erzân hared erzân dehed
Gevherî tıflî be-kurs-ı nân dehed 1/1824
Her şeyin değeri ödenen bedel kadardır. Atadan dededen kalan, yolda belde bulunan şeyin değeri olmaz. Zira bir şeyi ucuza alan ucuza verir. Cahil çocuk yolda bulduğu incinin kıymetini ne bilsin. Bu yüzden bir hazine değerindeki o inciyi gider de bir somun ekmeğe değişir. İncinin kıymetini denizin dibine dalan dalgıça, ya da inci satıcısına sor sen. Aslında o çocuk sensin; inci de ata mirası olan dinin. Sen o hazineyi beşiğinde hazır buldun, sahip olduğun şeyin farkında olmayışın bundan.

14
Gerçek altın güneşi özler:
Kalb pehlû mîzened bâ-zer be-şeb
İntizâr-ı rûz mîdâred zeheb 1/3399
Gece kalpazanın bahtı sahihin bahtsızlığıdır. Karanlıkta iyiyle kötü, kalp altınla sahici olan kucak kucağadır. Kalp altın ister ki bu gece hiç bitmesin ve foyası ortaya çıkmasın. Saf altınsa gündüze âşıktır.Ta ki bulaşıklık töhmetinden kurtulsun, kadri kıymeti belli olsun. O gece dünyadır gündüzse ahiret. Bu âlemde hakla haksızlık, iyilikle kötülük, zulümle adalet iç içe kucak kucağadır. Ama hesap günü kurulacak terazi kimin kaç ayar olduğunu tek tek açıklayacak. O gün altın gibi bir gönül götürenlerin günüdür, gönül kalpazanlarının değil.

15
Senin ilmin boyadır:
İlmin olmazsa eger bî-vasıta
Pâyidâr olmaz çü reng-i mâşıta 1/3355
İki süs ve iki ilim var. Makyajcının bezediği yüzün boyası ilk yıkamada gelip geçer, Allahın süslediği yüzlerin güzelliği ise kalıcıdır. İlmin de sahici olanı ve makyaj olanı var. İlahi bir kaynaktan aracısız olarak gelen vehbi ilim gerçek ve kalıcı ilimdir. Kitap ve hocadan öğrenilen ama hazmedilmeyen ilim ise makyajcının boyası gibi bu gün vardır yarın yok. O halde..O halde kalıcı güzelliği iste ve gerçek ilme talip ol.

16-17
Ayna yalan söyler mi:
Oldu mîzân ile âyine mehek
Anları hizmette çeksen bin emek 1/3654
Ger terazide olaydı meyl-i mâl
Müstakim olamazdı anda vasf-ı hâl 2/579
Bin türlü emek harcasan, diller döksen, iltifatlar etsen ne teraziyi ne de aynayı doğruyu söylemekten vazgeçiremezsin. Çirkinsen ayna sana çirkinsin demekten utanmaz. Terazi kaç paralık bir adam olduğunu söylemekten vazgeçmez. Çünkü ne ayna ne de terazi kendisi için tartmaz. Eğer terazide mal sevgisi olsaydı doğru tartamazdı. Sen Peygamber ve veliler de hizmetleri karşısında ücret istemedikleri için o ayna ve o terazi bil. Sana ne söylerlerse candan kabul et.

18
Sufi durduğu yerde koşar:
Dâhil-i keştî olup azm et devân
Cânib-i maşûka çün rûh-ı revân 4/567
Kimi koşar görünür ama yerinde durmadadır. Kimisiyse dururken de koşmadadır. Gemideki adam yerinde durmada ama gemi onu menzili maksuduna uçurmada. Gemiyi rüzgar götürür, sen de gönül yelkenlisini aşkın rüzgarlarıyla doldur ve durduğun yerde sevgiliye doğru koş. Diğer taraftan mürşidin seni sevdiğine götüren bir gemidir. Sen de böyle bir gemiye binmişsen yerinde saymaktan ve yolda kalmaktan korkma.

19
Kasap koyundan korkmaz:
Bî-şümâr u bî-hisâb olsa ganem
Merd-i kassaba o kesretten ne gam 3/4176
Koyunun kasaba rakip olması ne mümkün. Kasap, korkmak bir yana koyunun çokluğuna sevinir. Önemli olan yetki ve yetenektir, sayı değil. Yıldız sayısız da olsa güneşin karşısında duramaz. Hak ve Hak erlerinin karşısında da başkalarının gücü koyunun kasap karşısındaki gücü kadardır.

20
İlim Süleyman mührü:
Hâtem-i mülk-i Süleymanest ilm
Cümle âlem sûret ü cânest ilm 1/1071
İlim, geçerliliği ve gücü bakımından Hz.Süleymanın mührüne benzer. Süleymanı Süleyman eden ve ülkesini çekip çeviren o mühürdür. Dünyada da her iş bilgiyle döner. O halde bu âlem bir bedense sen ilmi o bedenin canı say.

21
Doğru yerde ara:
Dürrü kıl cevf-i sadefden cüstücû
Fenni kıl ehl-i hırefden cüstücû 5/1062
Akıllı her şeyi bulacağı yerde arar. Binlerce kutular da açsan, inciyi sadef kutusundan başka yerde bulmana imkan yok. O halde ilim ve bilgi incisini de sen o bilgiye sadef olmuş gerçek bilginlerden öğren. Sadefin kapağını kaldırmadıkça boş mu dolu mu olduğunu bilemezsin. Bilgi incisine hamile olan bilginlerin ağzı da sadef gibi mühürlüdür. Sen o mührü kaldır ki inci açığa çıksın.

22
Akıl lengerdir sana:
Lenger-i akl iledir merde eman
İdegör deryûze-i lenger hemân 3/4356
Lengersiz gemi fırtınanın önünde savrulur gider, nerede duracağı belli olmaz. Bu fırtınalı dünya denizinde insanın lengeri de akıldır. O halde sen iyi bir akla sahip olmayı dile. Her rüzgarın önünde oradan oraya savrulup durma.

23
Terazi tartmaz dağı:
Zerre vezn-i kûha eylerse murâd
Kûhdan mîzânın eyler vakf-ı bâd 4/385
Hangi terazi dağı tartabilir ki! Bu işe kalkanın yerinde yeller eser. Ey haddini bilmez akıl terazisi! Sen kim, Hak ve hakikat dağını tartmak kim. O dağın altına girmeye kalksan ne izin kalır ne tozun. O halde aczini bil haddini aşma. Ziya Paşanın nasihatına uy ve şöyle de: İdrak-i meali bu küçük akla gerekmez Zira ki bu terazi bu kadar sıkleti çekmez

24
Aklın gölgesine sığnılır mı:
Sâye-i Hakdır hıred Hak âfitab
Sâyede hurşîde nisbet var mı tâb 4/2132
Gerçi gölge güneşten ayrılmaz, varlıkta onunla ayakdaş olmuştur. Ama hiç gölgeyle güneşin gücü kudreti bir olur mu? Güneş ışıtır, besler,büyütür, gölgenin bunlardan yana nasibi yoktur. Akıl da Hakkın kudretindendir ama ona nisbetle bir gölge mesabesindedir. O halde ey aklıyla övünen! Haddini hududunu bil, güneşe kafa tutmaya kalkma.

25
Akıl başta değil:
Var mıdır iblisden pîr-i cihân
Çünkü bî-akl oldu lâ-şeydir hemân 4/2185
Gerçi insan akıl ve bilgisi yılların semeresidir. Bilgi anbarının dolması için nice hasat mevsiminin geçmesi gerek. Saçtaki sakaldaki ak insanın çok şey gördüğüne, tecrübeler ve bilgilerle akıl anbarını doldurduğuna işaret eder. Ne var ki insanın bir şey öğrenmeye niyeti yoksa, akıl anbarının kapılarını sürgülemişse gelip geçen mevsimler ve mahsuller ne yapsın. Nitekim dünyada iblisten daha yaşlısı yok ama o hala ilk günkü kopkoyu küfür ve cehaleti içinde. O halde bilgi ve akılda yaşına layık olmaya bak, saçını sakalını yalancı çıkarma.

26
Akıllılık ne demek:
Akl ile bîmâr eder azm-i tabîb
Lîk akl olmaz devâsında musîb 4/3346
Akıllı olmak her şeyi bilmek değil, bileni bulabilmektir. Nasıl ki hastanın da aklı kendi sahibini tedavi edemiyor ama onu alıp bir doktora kadar götürüyor. Tedavi etmek doktorun işidir, ama her hasta doktorun yolunu bulmayı da beceremez. O halde sen doktor değilsen de doktorunu bulacak kadar bir akıllılık göster.

27
Aklın geçmediği yer:
Aklı kurbân eyle râh-ı yârda
Akla andandır meded her kârda 4/1445
Akıl başka yerde rehberdir ama sevgiliye ulaşmada değil. Sevgiliye ulaştıran rehber aşk ve iştiyaktır. Akıl; dur, düşün, kendine acı, der. Aşksa sana sevgili için ölmeni emreder. Sen kavuşmak istiyorsan akla değil aşka kulak ver. Aklını o yolda kurban edersen sevgili sana daha iyisini bağışlar. Bir akla bin akılla, bir başa sonsuz bir ömürle mukabele eder. Gerçek akıllılık da bu değil midir!

28
Kulak kesil ki, dil konuşsun:
Müstemi' çün teşne vü cûyende şüd
Vâiz er mürde buved gûyende şüd 1/2481
Soru ve cevap bir alışveriş, bir arz-talep meselesidir. Zira marifet iltifata tabidir ve müşterisi yoksa meta zayidir. Hatibi konuşturan dinleyicinin aşkı, şevki, arzusudur. Memedeki süt bile elin maharetine göre artar eksilir, ağız kulağa göre laf yapar. Dinleyen istekli olursa ölü vaiz bile bülbül kesilir de inciler saçmaya başlar. O halde iyi şeylere karşı baştan ayağa kulak kesil ki hikmetin dili kurumasın.

29
Kim susar kim konuşur:
Bil hamûşî bahr u nehr oldu suhen
Cûyı ko azm idegör deryâya sen 4/2083
Nehir baştanbaşa dil kesilmiştir de ulaştığı hakikatleri söyler durur. Oysa nehir yoldadır, henüz amacına varmamıştır. Bütün suların son durağı olan deniz ise sukundur. Zira denizden öteye varacak yol kalmamıştır. Demek ki hakikat sustuğunda da hal lisanıyla haykırmaktadır. O halde sen kale değil nazar et, nehri değil deryayı gözle.

30
Servet kelin külahı:
Mâl u zer serra büved hemçün külâh
Kel büved o k'ez-küleh sâzed penâh 1/2445
Mal ve para baştaki külah gibidir. Külaha ise ancak kel olan ihtiyaç duyar. Başında sırma gibi saçı olan külahı neylesin. Mal asa gibidir;asa ise topala ve yaşlıya yakışır. Ceylan gibi seken yiğide asa taşımak ardır. Hazine olmak hazineye sahip olmaktan elbette iyidir. O halde sen kendin hazine ol ki hazineler seni arasın.. Dünya senden değerli değil, bırak o senin peşinde koşsun.

31
Ey gölge avcısı:
Sâye-i murgî girifte merd-i saht
Murg hayran geşte ber-şâh-ı dıraht 1/2911
Her şeyin bir hakikati bir de gölgesi vardır Kuş başka kuşun gölgesi başkadır.. Gölge yerdedir gerçeği gökte. Ahmak yerdeki kuşun gölgesini kavramış kuşu tuttuğunu sanmakta. Ağacın tepesindeki kuş ise onun bu komik haline şaşmada. A şaşkın dünya avcısı! Ömrünü gölge peşinde seğirterek harcayan o avcı senden başkası değil. Meyveli dal dışarıda, sense mağara duvarına akseden gölgesinden meyve devşirmeye çalışmadasın. O gölge bu dünyadır, ahiret ise dalın gerçeği. Gölgenin amacı gerçeği hatırlatmaktır. O halde sen de gölgeyi bırak aslına bak.

32
Libas boya göredir:
Dedi lûtfum herkese haddincedir
Câmesi her âdemin kaddincedir 1/1218
Dedi ki: Lûtfum herkese layık olduğu kadardır. Ben herkese boyuna göre elbise biçerim.
Ey verilenden daha fazlasını talep eden! İlahi lûtuf herkese kabı ölçüsünce verir. Nasıl boyu kısa olana uzun elbise biçmek iyilik değilse insanlara hak etmedikleri imkanları vermek de iyilik değildir. Böyle ihsan zayıf biniciyi azgın ata bindirmeye benzer. O durumda çok geçmeden baş aşağı uçarsın da bindiğine bineceğine bin pişman olursun

33
Muma ihtiyacın yok:
Bî-çerâgî çün dehed o rûşenî
Ger çerâget şüd çi efgân mikünî 3/1384
Amaç aydınlanmaktır, mum değil. Mum bu işe vasıta olduğu için değerlidir. Cenab-ı Hak isterse ışığını mumsuz, nimetini vesilesiz de gönderir. O zaman mumsuz aydınlanır, yemeden doyar, içmeden kanarsın. Allah sana gönlünde doğan koca bir güneş vermişken sen dışarıdaki mumunun söndüğüne üzülme. Say ki mangırını düşürdün, parlak bir altın buldun; kirli külahını yel kaptı ama başına cevherli bir taç kondurdular. O halde sevin.

34
Aslan sofrasında aç kalmazsın:
Eksik olmaz şîr bezminde kebâp
Rûbeh-âsâ cîfeye etme şitâb 3/2252
Ey tilki tabiatlı. Sen bir aslan sofrasındasın.Aslan sofrasında kebap eksik olur mu hiç? Aslanın pençesinden hangi av kurtulmuş ki sen aç kalasın. Hem o sofradasın hem de gözün dışarıda bir leş aramada. Bu sofra sahibine saygısızlıktır. Eğer kebap beklemeye sabrın yoksa bari sofradan kalk git de aslanı da töhmet altında bırakma.

35
Kendimden nereye kaçayım:
Benki hasmem hem yine bende-gürîz
Tâ ebed olmakda kârım hîz hîz 5/675
Bir düşmanı olan ondan kaçıp uzaklaşınca kurtulur. Ama benim halim bir değişik: Zira kaçan da benim kovalayan da. Ben kendi kendime hasm olmuş, kendi yolumu kesmişim. Bir yanım iyiliğe koşmakta diğer yanım ona çelme takmakta. Ne denizlerin dibine dalmak, ne göklere çıkmak beni paklar. İnsan kendi kendisinden nasıl kaçar, gölgesinden nasıl kurtulur. O halde kendimi ıslah etmediğim takdirde bu kaçıp kovalamadan ta kıyamete kadar bana kurtuluş yok.

36
Mührü çaldırma, aman:
Kalbin oldu hâtemin ol hûşyâr
Tâ senin div etmesin mührün şikâr 4/1171
Hz. Süleyman’ın mührü üzerindeki yazının hürmetiyle her kapıyı açan bir güç ve kudret kazanmıştı. Aynı yazıyı yazarsan senin kalbin de Süleyman’ın mührüne döner. Dünyada da ahirette de geçer akçe o mühürdür. Aman dikkat et ve mührün üstüne titre. Eğer kalbini şeytana kaptırırsan, yüzüğünü çaldıran Süleyman gibi ortada kalakalırsın.

37
İkinci doğum:
Çün düvüm bâr âdemizâde bi-zad
Pây-ı hod ber-fark-ı illethâ nihâd 3/3599
Bu dünyada herkes bir defa doğar; Hak erleri ise iki defa. İlk doğum için sebepler vesileler lazım. Anasız babasız doğum olmaz. Lakin bu doğum sanki bir hapishaneye doğmaktır. Bu sebep-sonuç âleminde insanı iç içe kuşatan binbir kafes vardır. Sonra bazı Hak erleri maddi âlemden yeni bir âleme doğar da bütün bu zaruri bağlardan kurtulur, hepsini ayaklarının altına alırlar. Aslında bu ikinci doğuş Yunus’un: "Her dem yeni doğarız, bizden kim usanası" diye tarif ettiği daimi bir doğuştur. Doğuşun gerçekleştiği âşıkların gönlü bir süt gölüdür. Bu yeni âlem çekişmelerden, zıtlıklardan uzaktır; orada güller solmaz, bülbüller susmaz, baharlar kışa dönmez. Bu ikinci doğuştan sonra kişinin eski kimliğinden geriye sadece bir gölge kalır.

38-39
Güneşe is bulaşmaz Ay ışığı kirlenmez:
Dûd-ı külhen key resed der-âfitâb
Çün şeved ankâ şikeste ez- gurâb 2/1463
Nûr-ı mâh âlûde olsun mu ebed
Olsa pertev-güster-i her nîk ü bed 5/1266
İyiliğin daima alnı ak aynası parlaktır. Düşkün başkasını da düşürmek, kara başkasına da is çalmak ister. Ama istediği kadar tütsün külhanın dumanından güneşe ne gam. Güneşin alnına kara çalmaya kalkan kendi alnını karartır. Karga istediği kadar arkasından gaklasın, o gak guk sesini Ankanın ruhu bile duymaz. İnsanlar arasında da kimisi güneş gibi kimisi külhan; anka tabiatlı olan da var karga huylu olan da. Peygamber ve veliler güneş ve anka gibi bütün karalamaların ve ayıplamaların üzerindedir. Işığı mezbelelikte sürünüyor diye ayın kirlendiğini sanma. Ay yücelere taht kurmuş oturmaktadır. Işığını göndermesi onun aczinden değil kereminden, cömertliğindendir. Ay gibi yücelere taht kurmuş Hak erlerinin de düşkün insanlara el uzatmakla eli kirlenmez. Onlar güneş gibi, yağmur gibi, ay gibi insanlara rahmettir.

40-41
Doğru ol menzile var:
Lâzım oldu kavse tîr-i müstakîm
Menzil almaz şüphe yok sehm-i sakîm
Müstakim ol tîrveş hatta kemân
Eyleye îsâl-i menzil bî-gümân 1/1443-44
Yaya düzgün ok lazımdır. Yay ne kadar güçlü çekilirse çekilsin düz olmayan ok uzağa gidemez. O halde ey Hak yolunun yolcusu! Sen de niyetinle amelinle bu yolda ok gibi dümdüz ol! Ta ki üstadın bir yay gibi seni ötelerin ötesine ulaştırsın.

42
Haktan kork ki korksunlar:
Kim ki Hakdan havf ederse bîgüman
Havf eder andan zemîn ü âsümân 1/1485
Hak Taala kendisinden korkana öyle bir heybet ve haşmet verir ki yer de ondan korkar, gök de! Yani Hakdan korkan cümle korkulardan kurtulur. O sığınaktan mahrum olanlara ise çepeçevre âlem düşman görünür.

43
Hürmet bulmak istersen:
Kimki hürmet eyleye hürmet bulur
Kand isti'mâl eden lezzet bulur 1/1556
Herkes ektiğini biçer, ettiğini bulur.Saygılı olanın hakkı saygı, iyilik yapanın ücreti iyiliktir. Saygı ve iyilik şekerine maden olan dudak nasıl olur da o tattan nasiplenmez!

44
Ey turşu satıcısı:
Türşrû olmak olaydı şükr bes
Sirkeden şâkirter olmaz idi kes 1/1590
Ey yüzünü ekşite ekşite şükreden âbid. Ibadet ve taat Hakk’ın nimetlerine şükür ve hoşnutluk ise bu nasıl şükür, nasıl teşekkür.Eğer böyle şükür, şükür olsaydı sirkeden daha şükreden kimse bulunmazdı. Ekşi bir suratla selam veren kişiye şairin söylediğin duymadın mı hiç:
Reddeyledik selamını vech-i abusuna
Şükrün belirtisi olarak biraz yüzün gülsün. Yoksa senin de şükrünü alırlar da o ekşi suratına çarparlar.

45
Dilimin ettikleri:
Ey zeban hem berk u hem harmensin ah
Ateşinle harmenim ettin tebâh 1/1767
Ey dilim, sen benim hem servetimsin hem felaketim.
Beni abad eden de sensin berbad eden de. Iyi kullanıldığında harmanımsın kötü kullanıldığında şimşek. Ey kırmızı dil, bir ateş parçası gibi harmanımı yakıp küle çevirdin! Seni tarif için Yunus’un şu sözlerinin üstüne söz olmaz:
Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Dem ola ağulu aşı
Yağ ile bal ede bir söz

46
Toprak ol da yeşer:
Bin bahar olsa ne kâbil feyz-i seng
Toprak ol ta güller olsun reng reng 1/1983
Bin bahar gelip geçse taşın yeşermesi ne mümkün. Kabahat baharda değil senin kibirle taşlaşmış gönlünde. Sen toprak gibi alçak gönüllü olmaya bak. Gör o zaman o gönül toprağından nasıl renk renk güller açılıyor, baharlar yeşeriyor.

47
Hem kel hem fodul olma:
Zîşt kibr amma fakire zîştter
Kar yağar hem gün soğuk hem câme ter 1/ 2420
Kibir çirkindir ama fakirin kibri daha da çirkin. Bu şuna benzer: Karlı ve soğuk bir günde ıslak elbise giymişsin. O halde yama üstüne yama ekleme, kusur üstüne kusur işleme. Kelliğine bir de fodulluk ekleme.

48
Havuz ve çeşmeler:
Havza benzer şeh tevâbi' lüleler
Ab-ı havzı lüleler icrâ eder 1/2923
Şah havuz gibidir, memurları ise musluk. Iyi kötü havuzda her ne varsa çeşmelerden akan odur.O halde iyiliği de kötülüğü de kurnadan değil havuzdan bilmeli. Beri taraftan nasıl musluk havuza tabi ise memurlar da idarecilerine bağlıdır. Bu sebeple Dicle kıyısında kurdun kaptığı kuzunun hesabı bile Ömerden sorulur memurdan değil.

49
Kargalar öterse bülbüller susar:
Çün şitâda zâğlar pür-cûş olur
Uzlet eyler bülbülân hamûş olur 2/20
Her mevsimin ve her iklimin müşterisi başkadır. Bahar bülbüllerin velvelesiyle inler. Kış mevsiminin saltanatı ise kargalara aittir. Karganın sesi yükselince bülbüle de susmak ve bir kenara çekilmek düşer. Yani iyilik iyilikle kötülük kötülükle beraberdir. Bülbül nasıl baharı özlerse iyiler adalete ve güzelliğe âşıktır. Karga tabiatlıların baharı ise kıştır. Biraz hava bulanıp,soğuk rüzgarlar esmeye görsün kenarda köşede saklı kargalar nasıl da birden çoğalır ve bahara lanetler yağdırırlar. Eh, bahar ülkesine bülbül kış harabesine karga yakışır. Senin içinde de bir bahar ve güz var. Kalp bahçeni ihmal etme ki meydan kargalara kalmasın.

50
Alçaltan yükselme:
Ser-nigûn oldu edip âheng-i zîr
Zann eder kendin ola bâlâ mesîr 4/3729
Düşkünlükten düşkünlüğe de fark var. Kimi düşkün kendi durumunun farkındadır. Asıl düşkünlük ise boyuna alçalırken kendisini yükseliyor sanmaktır. Günahkârın günahı gizlemesi de bir meziyettir. Bedbaht ise kendi herzeleriyle övünür ve "ey insanlar, bakın ne güzel boynuzlarım var" diye kepazeliğini cümle âleme yayar.

51
Nereye koşuyorsun:
Niceler bî-câ idüp azm-i sefer
Menzil-i maksûdunu eyler güzer 4/3257
Pek çok insan yakında olanı uzakta arar. Hazine eşiğinin altındadır ama hırs ve sabırsızlık onu uzaklara doğru sefere çıkarmıştır. Doktoru hemen yanıbaşında iken o semt semt doktor arar. Okunu vuracağı ava değil vuramayacağına atar. Böylece ömür sermayesini yele verir ve elinde yol yorgunluğu kalır.

52
Suç ipte mi, sende mi:
Merresenra nist cürmî ey anûd
Çün türa sevdâ-yı ser-bâlâ nebud 3/4243
Ey gayretsiz heveskar! İşte direk işte ip. Çıkmak istiyorsan durma ipe asıl. Ama sende o gayret yoksa suçu ipin çürüklüğüne direğin yağlı oluşuna bağlama. Anlaşılan sen bir kalpazansın, yükselmeye niyetin ve o yolda akıtacak terin yok ki böyle bahanelere sığınmadasın. Maddi manevi her yükselişi sen böyle bir ip bil. İplerin başı da Allahın kelamı. Ona sarılırsan bu nefs çukurundan çıkarsın. Hala o çukurdaysan bari o ipe bühtanda bulunma da kendi nefsini kına.

53
Pencereni açmazsan:
Nûr-ı tâbândan size yokdur nasib
Beste revzen mâhdan bulsun mu zîb 3/2844
Ey nasipsiz! Hem pencereni sımsıkı örtüyor, perdeleri çekiyor hem de ay ışığından nur umuyorsun. Dışarıda dolunay pırıl pırıl olmuş neye yarar. Sen yol vermedikçe o kapından içeriye giremez. Bu dünya gecesinde de iman nuruyla aydınlanmak istiyorsan gönül pencereni Hakka ve hakikata aç, gözünden o örtüyü kaldır.
54
Eğer çalacaksan..:
Tâ-be-key ey sârık-ı na'l-i hârân
Düzd isen ol sârık-ı la'l-i girân 4/1118
Ey nal hırsızı! Ne zamana kadar böyle adi şeylerle ömür tüketeceksin, beyhude heveslerle kendini harcayacaksın. Yakalandığında o adi nal elini kestirir, boynunu vurdurur. Çalıyorsan bari bir yakut çal ki cezasına değsin. Hırslarını isteklerini çocuk oyuncağı gibi değersiz şeylere yöneltme. Ahiret ve ebediyete yönelt ki harcadığın ömür sermayesine bedel olsun.

55-56-57
Dert devaya davettir:
Kanda derd olsa devâ andan ayan
Kanda pestî olsa âb oldu revân 1/1957
Kanda derd olsa devâ anda gider
Kanda fakr olsa nevâ anda gider 3/3232
Doğmadıça tıfl-ı pâkize-dehen
Bestedir pistân-ı mâderde leben 3/3235
Sen sanır mısın ki dert kötüdür. Hayır! Dert devaya bir davetiyedir. Dert ve düşkünlük yer alçağına benzer, deva ise suya. O yüzden nerede dert varsa deva oraya koşar. Neresi alçaksa su oraya akar. O halde derdini sev,ilâhî rahmeti celbeden kırıklığını nimet bil..Zira İlahi yardım ihtiyaca göre tecelli eder. Dertli ol ki o seni iyileştirsin, fakir ol ki doyursun. Görmüyor musun, o ipek ağızlı bebek doğmadıkça annenin memesi kupkuru. Ne zaman ki bebek ağzını açar, Cenab-ı Hak o ağzı beslemeye anne memesini memur eder. Çocuk büyüyüp eli ayağı tutmaya başlayınca ona; madem artık aciz değilsin git de artık ekmek ye derler. Bebek gibi aciz ol, tam bir teslimiyetle Hakka karşı ağzını aç! Ta ki sana sebep memelerinden süt gibi nimetler aksın.

58
İç körlüğünden sakın:
Kûr-ı zâhir der-necâset zâhirest
Kûr-ı bâtın der-necâsât-ı sırest 3/2100
Körlük de türlü türlüdür. İç körlüğü dış körlükten fenadır. Gözü kör olan kendisini dışarıdaki pisliklerden koruyamaz. Lakin bu pislik yıkamayla geçer. İç gözü kör olan ise manevi pisliklere bulaşır. Bu tür pislik diğeri gibi suyla kolayca geçmez. O demirdeki pas gibi kalıcıdır. Nasıl zahir gözünü çöpten sakınıyorsan iç gözünü de öylece sakın. Ta ki manevi kirlere bulanmayasın. Bir kere bulanmışsan da tevbe et. Zira tevbe suyundan başkası o kire çare olmaz.

59
Uydurma da kendin uy:
Kerdei tevil-i harf-i bikrra
Hîşra tevil kün ney Zikrra 1/1127
Ey dokunulmaması gereken ilâhî sözleri keyfine göre tevile kalkan laübali! Kuran’ı değil kendini tevil et. Onu kendine uydurma, sen ona uy.! O seni düzeltmeye gelmişken senin onu düzeltmeye kalkman ne edepsizlik! Kendin hastayken doktorunu tedaviye kalkman ne abes!

60
Karın yüz karan:
Nârdır hırsından ol fahm-ı siyâh
Gitdi hırsın kaldı fahm-ı pür-tebâh 4/1144
Ey hırsının zebunu olan kişi! O kara kömürü parlak bir ateş gibi gösteren şey senin hırsından başkası değil. Zira hırs taşı elmas gösterir. Yanan ateş güzelliğiyle gözünü alır ama sen o renge değil yaptığı işe bak. Ateşe yaklaşırsan yüzünü ise toza bulamış olursun. Ne sönmeyen ateş var ne geçmeyen heves. Ama ateşten geriye kömür, hevesten geriye de utanç ve yüz karalığı kalır. O halde dikkat!

61-62
Ölüm kendi renginde:
Merg her yek ey püser hem-reng-i ost
Pîş-i düşmen düşmen ü ber-dost dost 3/3461
Ey ölüm aynası! Sen ne tuhaf bukalemunsun. Kimin yüzüne baksan onun rengini alırsın. İyiye iyi, çirkine çirkin görünürsün. Dostuna dostsun, düşmanına düşman. Bunun sebebi nedir? diye sordum da
Hz. Mevlânâ'dan şu cevabı aldım:
An ki mî-türsî zi-merg ender-firar
An zi-hod tersânî ey can hûşdâr 3/3463
A ölümden korkan! Aslında ölümün rengi yoktur, onda gördüğün çirkinlik kendi çirkinliğin. Lakin bu çirkinlik de kendi eserin. Üstündeki kirli paçavrayı kendin eğirip kendin diktin, yüzündeki gözündeki karaları yine kendin çaldın. Şimdi hayat perdesi aradan kalktı ve ölüm aynasında kendi gerçek kimliğinle yüz yüze geldin. Seni bu kara yüzünle,bu düşkün halinle cennete kabul etmezler. İşte seni korkutan ölümün bu gerçekleri haykıran dili. O halde layıkı o ki sen ölümden değil kendinden kork!

63
Mezar arkadaşın kim:
Bil vefâdârın olur ancak amel
Lahdi eyler ol senin ile mahal 5/1055
Ey mezar yolcusu! Hayattayken dostlarının çokluğuyla övünürdün. O uzun yol boyunca dostlarını nerelerde yitirdin! Son arkadaşların da sana mezar kapısında sırtlarını döndüler. Şimdi yanıbaşında seninle aynı toprağa baş koyan tek bir yoldaşın kaldı:amelin. Eğer bu yoldaş kötüyse vay haline! Yok iyiyse sana müjdeler olsun. O seni hesap gününde avukatın ve şahidin, sırat köprüsünde de bineğindir. O halde mezara böyle bir arkadaşla girmeye çalış.

64
Ölüye âşık olma:
Mürde üzre aşk olmaz pâyidâr
Hayy u kayyum üzre aşkı eyle kâr 5/3281
A şaşkın âşık! âşık olmak için bula bula ölüleri mi buldun. Bu dünyaya ait her ne sevdinse bil ki hakikatte o ölüdür. Madem ki gül daha elini uzatmadan soluyor ve gül yüzler çok geçmeden çarşaf bezine dönüyor… Böyle avucundan kayıp giden güzelliği güzellik deme sen. Ancak diri olan sevilmeye layıktır. Çirkin diri güzel ölüden evladır. O halde sevmek için kendine ölmeyecek ve solmayacak bir sevgili bul, aşkını ona hasret.

65-66-67
Âşık kime âşık:
Pâdişehler kendi pesti pestidir
Halk-ı âlem kendi mesti mestidir
Dilberân oldu esir-i bî-dilân
Can verirler bî-dilâna dilberan
Suya tâlipdir egerçi teşnegân
Teşnelerdir matleb-i âb-ı revân 1/1805 vd
Ey biçmeden ekmek, vermeden almak, sevmeden sevilmek isteyen! Bil ki vermek almaktır, sevmek sevilmektir.. Padişahlar bile kendilerine eğilene eğilirler, zira herkes kendi sarhoşunun sarhoşudur. Sevgililer kendi âşıklarına âşıktırlar ve onların yoluna can verirler. Susayanlar suya hasrettir ama su da susamışları arayıp durmada.

68
Sular da susar:
Teşnedir müştâk-ı âb-ı dilsitân
Abdır hem tâlib-i lebteşnegân 3/4442
Susuz kişinin dudağı tatlı suya hasrettir. Ama su da susamış dudakları özler. Çocuk memeye âşıktır, memeyse kendisini emecek bebeğe. Muhtaç olan cömerd bir el peşindedir, cömert ise kendisinden isteyecek elleri gözler. Yani fakrın gereği istemek zenginliğin şanı vermektir. Beriki ne kadar almağa muhtaçsa Hak eri de o kadar vermeye müştaktır. Cömertlerin en cömerdi olan Cenab-ı Hak ise:Yok mu benden isteyen, diye kullarını kendisine davet eder.

69
Müminler bir beden:
Müminân ma'dûd lîk imân yekî
Cismişân ma'dûd likin can yekî 4/418
Beden bir ama organları çok. Bedenleri bir araya getiren, birleyip bütünleyen candır. Can giderse azaların hiç biri kalmaz, hepsi ölür. Müminler de böyledir, hepsi bir büyük bedenin uzuvları hükmündedir. Niçin? Çünkü hepsinin ortak bir canı vardır ve o can imandır. Nice hazinelerin bir araya getiremeyeceği kalpler imanla bir araya gelmiş, kardeş olmuştur. İman ipi kopmaya görsün, beden tesbihi dağılır gider.

70-71
Dildaşlık mı üstün gönüldaşlık mı:
Çok olur Hindî ve Türki hemzebân
İki Türk olur veli bîgâne san
Bâ-husûs ola zebân-ı mahremi
Hemzebândan oldu alâ hemdemi 1/1259-60
Önemli olan dil akrabalığı değil gönül akrabalığıdır. Bu yüzden bakarsın bir Hintli ile Türk anlaşırlar da aynı dili konuşan iki Türk anlaşamazlar. O halde gönüldaş olmak dildaş olmaktan daha iyidir...

72
Ayakkabın sıkarsa yalınayak gez:
Pâ-tehî geşten bihest ez-kefş-i teng
Renc-i gurbet bih ki ender-hâne ceng 1/2496
Elbette her ayağa bir ayakkabı, her sırta bir gömlek lazım. Ama ayakkabı darsa insan yalın ayak olmayı tercih eder. İnsanın evi barkı, vatanı elbette gurbetten iyidir ama bazen vatan yaşanmaz hale gelir deşairin dediği gibi-:"Gahi gurbet vatan olur,gahi vatan gurbetlenir". Ayakkabı nedir? Yerine göre arkadaş, eş,dost. O halde eşler ve dostlar dikkat etmeli ve sormalı: Ben nasıl bir ayakkabıyım? Korumakla mı yükümlüyüm, sıkmakla mı? Sonra evim nasıl bir ev? Cennet bahçesi mi, çilehane mi? Aman eşler.. Dikkat!

73
Dostların düşmanındır çünkü..:
Der-hakikat dûstanend düşmenend
Ki zi-Hazret dûr u meşgûlet künend 4/96
A arkadaş! Sen hedefini şaşırmış dostu düşmanı karıştırmışsın. Dostum diye sarıldığın şeyler seni oyalamakta, yolundan alıkoymakta. Haktan hakikatten, cennetten ve cemalden uzaklaştıran dost nasıl dosttur. Gerçek dost sana kapı olandır perde değil, önüne düşüp Hakka iletendir, yolunu kesen değil. Bu nazara göre seni döve söve Hakka doğru kovalayanları zahiren düşman da gözükseler düşman bilme dost bil. Zira hayra vesile olan hayırdır.

74
İbadetlere acık:
Lîk şîrînî vü lezzât-ı makar
Hest ber-endâze-i renc-i sefer 3/4188
Ele geçen şeyin tadı, tuzu, değeri oraya varmak için çekilen yol zahmeti kadardır. Çölün tozunu yutmayan, dilini dudağını çöl güneşinde çatlatmayan Zemzemin lezzetini bilemez, ömür boyu hayalini kurmayan Kâbenin kadrini tartamaz. O halde önce yan ki su seni kandırsın, acık ki ekmek damağında bir lezzet bıraksın. Özle ki bulduğunda gerçekten bulmuş olasın.

75
Cömertlik çeşitleri:
An direm dâden sahîra lâyıkest
Can süpürden hod sehâ-yı âşıkest 1/2331
Herkesin bağışı cömertliği nisbetincedir. Mal cömerdine yakışan malından mülkünden vermektir. Bu cömertlik başkaları katında makbuldür ama âşıklar yanında değil. Hak yolunda Ömer çok cömerttir ama o cömertlik Hz. Ebubekirinki yanında aza döner. Ey cömert, ne kadar versen âşıkla yarışamazsın. Zira -Fuzuli’nin dediği gibi- sen yar yoluna kurban kesmedesin; o ise kurban olarak kendisini getirmede: Yılda bir kurban keserler halk-ı âlem ıyd için Dembedem saat-be-saat ben senin kurbanınam

76
Azı ver çoğu al:
Mülk-i cismetra çü Belkîs ey gabî
Terk kün behr-i Süleyman-ı nebi 4/781
A ten mülküne dört elle sarılan ahmak! Belkısdan ibret al da o mülkü Süleymanın yoluna ser. Hiç Süleyman olan seni karşılıksız bırakır mı? Onun mülkü nerde seninki nerde! Sen toprak verirsin, onun karşılığı ise inci mercandır. Lakin Süleyman’ın üzerinde de bir Süleyman var. Süleyman da o kapının naçiz bir bendesi. Süleyman da, sen de senin sandığın her şey de zaten onundur. O halde sen tenini canını onun yolunda toprak eyle, başını onun eşiğine koy.Ta ki sana ölümsüz bedenler ve başlar ihsan etsin.

77-78
Nehir kem mi testiden:
Çîst ender-hum ki ender nehr nîst
Çîst ender-hâne k'ender-şehr nîst
İncihân humest ü dil çün cûy-ı âb
İn cihan hücrest ü dil şehr-i ucâb 4/828,29
Bir şey küpte olsun da nehirde bulunmasın mümkün mü? Evde bulunup da şehirde bulunmayan ne vardır. Küp bu dünyadır, nehir ise kalp. Bu dünya dar bir hücredir, gönlün ise şaşılacak şeylerle dolu bir şehir. Sen küpteki kokmuş suya susamışsın, oysa ondan çok daha tatlısı ve fazlası gönül ırmağında. Evde görüp gözünü aldırdığın şeyler şehrin sanatkârları tarafından yapılmıştır. Git de çarşıda onun çok daha güzellerini gör. Hasılı dışarıda lezzet adına her ne varsa gönülde onun çok daha iyileri mevcut. O halde dudağını testiden değil o nehirden kandır. Bu dar hücrede gönül eğleme o sonsuz şehirde gezin.

79
Gül mü gül yağı mı:
Gülde rugan olsa mahv-ı cüz ü kül
Şemm-i bûy-ı rugan it isterse gül 5/3139
Gül yağı gülde gizlenmiş, varlığı onun varlığına karılmışdır.
O halde o koku nereden geliyor: Gülden mi, gül yağından mı? Sen ister gül diye kokla, ister gül yağı diye, fark etmez. Gül nerede biter gül ağı nerde başlar bilinmez. Kimilerinin varlığı gülle gül yağı gibidir. Kendi varlığını Güller Sultan’ının varlığında erittiği içindir ki nice ariflerin nefesinde o Gülün rayihası tüllenir. Kimileri de "onun adına tutan benim, yürüyen benim, gören ve konuşan benim" ilâhî hitabına mazhar olurlar.

80
Çok aracıdan kaçın:
Vâsıta olsa füzûn vasl oldu dûn
Oldu naks-ı vâsıta vuslat-nümûn 5/799
Lamba ışığı artırır ama lamba lamba üstüne geçirirsen o ışığı boğmuş olursun. Su kaynaktan çıkıp seni eline ulaşıncaya kadar kaptan kapa dökülür ve asli rengini tadını kaybeder. O halde ışığı ateşten, suyu da kaynağından almaya çalış. Kur’an ve Peygamberle arana giren aracılar arttıkça hakikatin rengi bulanır. Hakikat güneş gibi karşında, sense herkese adres sora sora yolunu uzatmadasın. Akılla sevgili arasında binbir kapı vardır, gönül kapısı ise doğrudan sevgiliye açılır.

81-82
Lutfun da hoş kahrın da:
Ey cefâ-yı tu zi-devlet hûbter
Ve'ntikâm-ı tu zi-cân mahbûbter 1/1631
Aşıkem ber-kahr u ber-lutfeş be-cidd
Bu'l-aceb men âşık-ı in her dü zıd 1/1635
Ey cefası mutluluktan güzel, intikamı candan daha sevimli olan! Ben senin lütfuna da aşığım kahrına da. Aynı anda böyle iki zıd şeye âşık olmak ne garip şey! Lakin bu gariplik görünüştedir. Zira sen güzelsin ve güzelden sadece güzellik sadır olur. Senden gelen şeyleri bu iyi bu kötü diye ayırmak ise şaşılığın ta kendisi.

83
Seni koruyan kimdir:
Adl-i şâhîdir hakikat pâsbân
Sanma çavuş u asesdendir eman 4/743
Sanır mısın ki haydutun şerrine karşı malını ve canını koruyan şey sokaktaki bekçi ya da çavuştur. Hayır, gerçekte sen bu güvenliği padişahın adaletine borçlusun. Çünkü o baştır, bunlarsa el ayak. Adalet baştan başlar, elden ayaktan değil. O havuzdur bunlar çeşme, havuzda ne varsa kurnalardan o akar. Korkmaya da sevmeye de layık olan çavuş değil padişahtır. Sen iyiliği de kötülüğü de Şahların Şahından bil, ona istinad eyle.

84
İnkârın isbatındır:
Pes misâlindir senin ol halka-zen
Hâce yok der ana hâce hâneden 4/916
Ey inkârcı! Sen kapı çalan kişiye içerden "evde kimse yok" diyen ev sahibi gibisin. Sesini duyan senin içerde olduğunu anlar da çalma konusunda ısrarını sürdürür. Sen sözünle inkâr etmede sesinle içerde birinin var olduğunu ispatlamadasın. Varlığın ortada dururken bir yaratıcı yok demen ne kadar abes. Eğer sen o yaratıcının sesi ve eserisin. Kendini inkâr etmedikçe yaratıcını inkârın mümkün değil.

85
Yarın deme:
Hîn megû ferdâ ki ferdâhâ güzeşt
Ta bi-külli big(ü)zered eyyam güzeşt 2/1282
Ahmak dün der yarın der. Her işi tehir ede ede sonunda elinde ne dün kalır ne yarın. Dün hayâldir yarın bir vehim, bugünse elinin avucunun altında. O halde ne yapacaksan şimdi yap. Bilmiyor musun ki bu dünya da geçici, sen de geçicisin Yarına kalacağını kim garanti etmiş ki yarınla ilgili böyle planlar yapıyorsun.. O halde ekinini şimdi ek, söküğünü şimdi dik.

86
İster aydan al ister güneşten:
Eyle mehden ya güneşten iktisâb
Oldu mâhın nûru nûr-ı âfitâb 1/2020
Sen ister aydan ister güneşten al, o nur sonuçta güneşin nurudur. Bütün ayna kırıklarında parıldayıp duran ışıkların hepsi o kaynakta birleşir. O halde asıl kaynağı unutup vasıtalara takılma. Sana gelen maddi manevi her iyilik ve feyiz de öylece bir kaynağa çıkar. Sen onu şuna buna ait zannetme. Ne aracısız kal ne de aracıya takıl.

87
Resim ressama kafa tutar mı:
Nakş nakkâşa nice nahvet eder
Çün anı ol sâhib-i sûret eder 1/3139
Eserin kendisini var edene baş kaldırması, onun takdirini değiştirmeye kalkması ne beyhude ve abes bir çaba. Resim kendi ressamına karşı böbürlenebilir mi hiç? Ey insan, sen de ressam elindeki resim gibisin. O halde haddini hududunu bil, yaratılmış olduğunu asla hatırdan çıkarma. Aczine kibir kiri bulaştırma.

88-89
Gül gibi gül:
Kim gülün her bergin etsen çâk çâk
Handeyi terk eylemez bî-vehm ü bâk 3/3280
Her ne kim senden olur dest-i kazâ
Bil yakin senden olur def'-i belâ 3/3281
Ey burnu kanasa hemen kadere küsüp yüzünü ekşiten. Gülden hiç ders almıyor musun? Bütün yaprakları tek tek yolsan gül yine de gülmekten vazgeçmez. Hale razı oluş şükürdür. Gül de daimi bir şükür makamındadır. Hem bilmez misin ki başına gelen sıkıntılar aslında daha büyük bir sıkıntıya set olur da başındaki belayı def ederler. O halde yüzün gülsün yahu!

90
Biçtiğin ektiğindir:
Hîç gendüm kârî vü cev ber-dehed
Dîde esbi ki küre-i har dehed 1/1711
Bu dünyada herkes ne ekerse onu biçer. İyilik yaparsan iyilik bulursun, kötülüğünün neticesi ise yine kötülüktür. Buğday ekilen yerde arpa biter mi hiç? Hiç atın eşek doğurduğu görülmüş mü? O halde şuna buna bahane bulma, iyi kötü her ne biçiyorsan bil ki kendi ektiğinden başkası değildir. Gönül kazanmak istiyorsan sevgi tohumu ek, cenneti kazanmak istiyorsan yollara diken serpmekten vazgeç.

91
Gündüz gecede saklı:
Ba'd-ı nevmidî besî ümmid hâst
Ez-pes-i zulmet besî hurşid hâst 3/2942
Dünyanın hali devr-i daim üzeredir. Ümitsizliğin ardında ümitler gizlidir; gecelerin koynunda güneşler saklıdır. Her başlangıç bir son ve her son yeni bir başlangıçtır. Her doğum ölüme adım atmaktır; sana ölüm görünen şey de gerçekte yeni bir doğumdur. Günler, geceler ve bütün hadiseler ilâhî takdirin elinde bir yumak gibi kâh örülür kâh çözülür. İmkân ve imkânsızlık sana bana göredir Cenab-ı Hakka göre değil. O halde ne burnun kanamakla öldüğünü san, ne de güneş batmakla kıyamet koptuğunu. Günlere gecelere değil onların sahibine bağlan ki ümidin hiç bitmesin.

92
Kim göre kötü:
Pes bed-i mutlak nebâşed der-cihan
Bed be-nisbet başed inra hem bedân 4/65
Ne mutlak iyi var ne mutlak kötü. Bu dünyada iyilik de kötülük de nisbidir. Sana kötü gelen bir şey başkasına iyidir. Zehir senin için memat, yılan için hayattır. Çiftçi yağmur bekler, tuğlacı ister ki güneş daha da kızsın. Kainatın mimarı her şeyi bir hikmetle yaratmış ve zıtlar arasında denge kurmuştur. Müminin değerini kâfirle arttırmış, güzelin güzelliğini çirkinle çoğaltmıştır. O halde hikmete itiraz etme ve hiçbir şeyin abes yere yaratılmadığını bil.

93
Koku varsa gül de var:
Bûy-ı gül dîdî ki anca gül nebud
Cûş-ı mül dîdî ki anca mül nebud 1/1971
Bir yerde gül kokusu olsun da gül olmasın, mümkün mü? Şarabın bulunmadığı yerde şarap köpüğü görülür mü hiç? Tencere kaynıyorsa ateştendir, aşığın ahı yanışındandır. Ortada bir eser varsa bil ki ona yol açan bir müessir de vardır. Ne var ki o müessir bazen perde gerisindedir. Sen görmüyorum diye onu inkâr etme.

94
Canı tatlı olana..:
Ol ki cânı hande-rû ola çü kand
Halkın âzârından oldu bî-gezend 2/420
İncinmek de incitmek de gönül hamlığındandır. Sen acı olduğun için halkın acısı canına işliyor, dikeni eteğine batıyor. Halkın Hak elinde bir kalem olduğunu farkettiğinde ne gam kalır ne keder. O zaman hoşnutlukla hilatle kefeni, gülle dikeni bir tutar, hoştur bana senden gelen, dersin. Böylece canın şeker gibi tatlılaşır da kendi tadınla başın döner; artık halkı görmezsin ki incitmesinden incinesin.

95
Aşk nedir ?:
Pürsîd yekî ki âşıkî çîst
Güftem ki çü men şevi bidânî (C.2/önsözden)
"Biri bana: Âşıklık nedir? diye sordu. Dedim ki: Ben ol da bil. "Sen âşıklığı nasıl bilebilirsin ki o bilgi kitaptan defterden öğrenilmez. Ateşi mangalda balı da kavanozda görmek bilmek değildir. Çünkü bu bilgi zevk bilgisidir; onu tatmayan bilmez. Bildim diyenin bilgisi sadece zandır. Madem öyle sen düşmeyi düşenden öğren, yanmayı pişmişten sor. Aşkın kokusunu da aşığın yanık nefesinden kokla. Bu işaretlerden yola çık ve aşkı bilmek için âşık ol.

96
Aşk denizinde akla yol:
Pes çi bâşed aşk deryâ-yı adem
Der-şikeste aklra anca kadem 3/4770
Aşk nedir? Bir yokluk denizi! Ayak karada yürür, denizde değil. Akıl bir bağdır, olaylar arasında ilgi kurar.Ancak yokluk denizinde varlık yoktur ki sebep sonuç olsun. Bu yüzden aklın ayağı oraya basamaz. Aşka ulaşmak için ilk engel sensin, kendi varlığın, kendi aklın. Denize dalmak için bir libas gibi kendi varlığından soyunmalı, aklını kenarda bırakmalısın. Hasılı akılda aşk şarkısını söyleyecek dil dudak yok.

97
Sevgili cennetindir:
Her kücâ dilber buved hod hemnişin
Fevk-i gerdûnest ney zîr-i zemîn 3/4555
Eğer âşıksan şunu bil! Yükseklik alçaklık, değer ve değersizlik sevgiliye göredir. İstersen çukurda ol ona yakınsan bil ki yerin gök tahtı. Þayet onsuz isen göklerde de olsan say ki yerin zir-i zemin. Neden? Çünkü sevgiliyi gören başka şey göremez. Sevgili cennettir ve cennet sevgilinin bulunduğu yerdir, sevgilisiz cennetse cehennem. Ona sahip olanın eksiği yoktur, onsuz olanın ise varlığı bir vehim. O halde sen mevkiye makama bakma, sevgiliyi yanına getirmeye bak.

98
Gam aşığın helvası:
Aşıkânra derd ü gam helvâ şeved
Nâkesânra lik an belvâ şeved 3/3050
Gam ve keder, neşe ve sevinç sahibine göre değişir. Aşkın yolu belalıdır, dikenlidir ama âşıkların başı o belayla hoştur; ayakları o dikenle yaralanmaya teşnedir. Aşksız kendine âşıktır.Eli ayağı sevgiden de sevgiliden de kıymetlidir. Bu yüzden aşkın dert ve belasına sabredemez. Âşık ise sevgilinin her şeyine âşıktır. Ondan gelen zehir aşığa panzehirdir; çekilen dert devanın ta kendisidir.

99
Aşığın gözüyle bak:
Bakma ol kendi gözünle hûba sen
Tâlibân çeşmiyle bak matlûba sen 4/75
Güzellik gözdedir, nesnede değil.. Bir şeyi güzel gösteren istektir, aşktır. İsteksiz bakışa güzel de çirkin görünür. Bu yüzden Leyla’yı sen başka görürsün Mecnun başka görür. O halde güzele kendi aşksız gözünle bakmayı bırak, Mecnun’un tutuşmuş gözleriyle bak.
