MESNEVÎ'NİN İLK 18 BEYTİ
Farsça Dinlemek için
بشنو اين نى چون حكايت مىكند
از جدايىها شكايت مىكند
Bişnev in ney çün hikâyet mîküned
Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned
Dinle, bu ney neler hikâyet eder,
ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.
كز نيستان تا مرا ببريدهاند
در نفيرم مرد و زن ناليدهاند
Kez neyistân tâ merâ bübrîdeend
Ez nefîrem merd ü zen nâlîdeend
Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan
erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir.
سينه خواهم شرحه شرحه از فراق
تا بگويم شرح درد اشتياق
Sîne hâhem şerha şerha ez firâk
Tâ bigûyem şerh-i derd-i iştiyâk
İştiyâk derdini şerhedebilmem için,
ayrılık acılarıyle şerha şerhâ olmuş bir kalb isterim.
هر كسى كاو دور ماند از اصل خويش
باز جويد روزگار وصل خويش
Herkesî kû dûr mand ez asl-ı hiş
Bâz cûyed rûzgâr-ı vasl-ı hîş
Aslından vatanından uzaklaşmış olan kimse,
orada geçirmiş olduğu zamanı tekrar arar.
من به هر جمعيتى نالان شدم
جفت بد حالان و خوش حالان شدم
Men beher cem’iyyetî nâlân şüdem
Cüft-i bedhâlân ü hoşhâlân şüdem
Ben her cemiyette, her mecliste inledim durdum. Bedhâl (kötü huylu)
olanlarla da, hoşhâl (iyi huylu) olanlarla da düşüp kalktım.
هر كسى از ظن خود شد يار من
از درون من نجست اسرار من
Herkesî ez zann-i hod şüd yâr-i men
Vez derûn-i men necüst esrâr-i men
Herkes kendi anlayışına göre benim yârim oldu.
İçimdeki esrârı araştırmadı.
سر من از نالهى من دور نيست
ليك چشم و گوش را آن نور نيست
Sırr-ı men ez nâle-i men dûr nist
Lîk çeşm-i gûşrâ an nûr nîst
Benim sırrım feryâdımdan uzak değildir. Lâkin her gözde onu
görecek nûr, her kulakda onu işitecek kudret yoktur.
تن ز جان و جان ز تن مستور نيست
ليك كس را ديد جان دستور نيست
Ten zi cân ü cân zi ten mestûr nîst
Lîk kes râ dîd-i cân destûr nîst
Beden ruhdan, ruh bedenden gizli değildir.
Lâkin herkesin rûhu görmesine ruhsat yoktur.
آتش است اين بانگ ناى و نيست باد
هر كه اين آتش ندارد نيست باد
Âteşest în bang-i nây ü nîst bâd
Her ki în âteş nedâred nîst bâd
Şu neyin sesi âteşdir; havâ değildir.
Her kimde bu âteş yoksa, o kimse yok olsun.
آتش عشق است كاندر نى فتاد
جوشش عشق است كاندر مىفتاد
Âteş-i ıskest ke’nder ney fütâd
Cûşiş-i ışkest ke’nder mey fütâd
Neydeki âteş ile meydeki kabarış,
hep aşk eseridir.
نى حريف هر كه از يارى بريد
پردههايش پردههاى ما دريد
Ney harîf-i herki ez yârî bürîd
Perdehâyeş perdehây-i mâ dirîd
Ney, yârinden ayrılmış olanın arkadaşıdır. Onun makam perdeleri,
bizim nûrânî ve zulmânî perdelerimizi -yânî, vuslata mânî olan perdelerimizi- yırtmıştır.
همچو نى زهرى و ترياقى كه ديد
همچو نى دمساز و مشتاقى كه ديد
Hem çü ney zehrî vü tiryâkî ki dîd
Hem çü ney dem sâz ü müştâkî ki dîd
Ney gibi hem zehir, hem panzehir;
hem demsâz, hem müştâk bir şeyi kim görmüştür
نى حديث راه پر خون مىكند
قصههاى عشق مجنون مىكند
Ney hadîs-i râh-i pür mîküned
Kıssahây-i ışk-ı mecnûn mîküned
Ney, kanlı bir yoldan bahseder,
Mecnûnâne aşkları hikâye eder.
محرم اين هوش جز بىهوش نيست
مر زبان را مشترى جز گوش نيست
Mahrem-î în hûş cüz bîhûş nist
Mer zebânrâ müşterî cüz gûş nîst
Dile kulakdan başka müşteri olmadığı gibi, mâneviyâtı idrâk
etmeye de bîhûş olandan başka mahrem yoktur
در غم ما روزها بىگاه شد
روزها با سوزها همراه شد
Der gam-î mâ rûzhâ bîgâh şüd
Rûzhâ bâ sûzhâ hemrâh şüd
Gamlı geçen günlerimiz uzadı ve sona ermesi gecikti. O günler, mahrûmiyyetten ve
ayrılıktan hâssıl olan ateşlerle arkadaş oldu –yânî, ateşlerle, yanmalarla geçti - .
روزها گر رفت گو رو باك نيست
تو بمان اى آن كه چون تو پاك نيست
Rûzhâ ger reft gû rev bâk nîst
Tû bimân ey ânki çün tû pâk nist
Günler geçip gittiyse varsın geçsin.
Ey pâk ve mübârek olan insân-ı kâmil; hemen sen vâr ol!..
هر كه جز ماهى ز آبش سير شد
هر كه بىروزى است روزش دير شد
Herki cüz mâhî zi âbeş sîr şüd
Herki bîrûzîst rûzeş dîr şüd
Balıktan başkası onun suyuna kandı.
Nasibsiz olanın da rızkı gecikti.
درنيابد حال پخته هيچ خام
پس سخن كوتاه بايد و السلام
Der neyâbed hâl-i puhte hîç hâm
Pes sühan kûtâh bâyed vesselâm
Ham ervâh olanlar, pişkin ve yetişkin zevâtın hâlinden anlamazlar.
O halde sözü kısa kesmek gerektir vesselâm.
Farsca 18 Beyit Mp3
Türkçe ve Farsca 18 Beyit Mp3
Mesnevi'nin ilk 100 Beyti
(Dinle Neyden!)
Doç. Dr. Ziya AVŞAR
1 Dinle neyden, neler anlatır sana!
Yakınır hep, ayrılıklardan yana:
2 “Beni, kamışlıktan kestikleri an,
Kadın erkek, inledi feryadımdan.
3 Geçmek için, aşk derdinin şerhine,
İsterim; hicranla yanmış bir sîne.
4 Asıl yurdundan uzak düşen biri,
Kavuşma zamanını bekler, geri.
5 Her mecliste inleyip durdum; zar zar,
Oldum, iyiye de kötüye de yar!
6 Zannınca, dostuyum herkesin amma,
Kimse bakmaz, içteki sırlarıma!
7 Sırrım, feryadımın içinde durur,
Yoktur lakin, göz ve kulakta o nur!
8 Perdesizdir can tene, ten de cana,
Lakin, görme izni yok, hiç bir cana.
9 Ateştir şu ney sesi, hava değil.
Kimde bu ateş yoksa, ölmüş bil.
10 Aşk ateşidir, içindeki neyin,
Aşk coşkusudur, özündeki meyin.
11 Neydir, yardan ayrılana, gerçek yar,
Ki perdeleri, perdemizi yırtar!
12 Kim görmüş, ney gibi, zehir ve derman?
Kim görmüş, ney gibi, bir dost ve hayran,
13 Verir, kan dolu bir yoldan haber, ney.
Mecnundan, aşk öyküleri söyler, ney.
14 Nasıl ki, kulaksa talibi dilin,
Akla sırdaş da deliliktir, bilin!
15 Aşk derdimizle, durgun aktı günler,
Ateşlere dost olup, yaktı günler.
16 Geçsin günler, yok endişeye mahal,
Ey, saflıkta benzersiz dost, gitme, kal!
17 Suya kanar, balıktan gayri her ne var,
Nasipsizin günü, uzar da uzar!
18 Anlar mı hiç, pişmişin halinden ham?
Sözü, kısa kesmek gerek, vesselam!”
(Dinle, Ey Oğul!)
19 Altın gümüş kaydı, yeter, ey oğul!
Bu bağları çöz de, azat ol, kurtul!
20 Bir denizi, bir testiye doldursan,
Kısmetten fazlasını almaz, ey can!
21 Aç gözlülerin göz testisi dolmaz,
Kanaatsiz sedefte, inci olmaz.
22 Aşkla üstü başı yırtılan bir can,
Arınır, hırs ve cümle kusurlardan.
23 Ey sevdası güzel aşkımız, sevin!
Tabibi sensin, tüm dertlerimizin!
24 İlacısın, kibir ve kuruntunun,
Sensin bize, Calinus ve Eflatun.
25 Aşkla göklere çıktı, toprak beden,
Dağ raks ederek, oynadı yerinden!
26 Ey âşık, aşk getirdi Tûr’u cana!
Tûr mest oldu, düştü Mûsâ bir yana.
27 Dostun dudağına eş olsam eğer,
Söylerdim ney misâli, nice sözler!
28 Ayrı düşen, sesine ses verenden,
Yüz nağme bilse de, mahrumdur dilden!
29 Geçti gülistan zamanı, gitti gül,
Söylemez oldu macerayı, bülbül.
30 Yardir her ne varsa, perdedir âşık,
Yardir zinde kalan, mürdedir âşık!
31 Aşk hevesinden mahrum olan bir er,
Yazık ki, kanatsız bir kuşa benzer.
32 Olmazsa yar nuru, yanda yörede,
Nasıl aklederim; ön, son nerede?
33 Aşk ister ki, çıksın bu söz meydana,
Söz taşımasın da ne yapsın ayna?
34 Bilir misin, niye yansıtmaz aynan?
Yüzünden pas silinmemiş de ondan.
35 Gelin dostlar, dinleyin şu kıssayı,
Gerçek halimizin nakdidir, payı.
Bir Padişahın Bir Halayığa Âşık Olup Satın Alması, Halayığın Hastalanması ve Padişahın Onu İyileştirmek İçin Başvurduğu Tedbirin Hikayesi.
36 Vardı, çok zaman önceden bir melik,
Hem din, hem de dünya mülküne mâlik.
37 Melik, tesadüfen at bindi bir gün,
Has kullarıyla ava gitti, görün!
38 Bir halayık gördü şah, yol üstünde,
Oldu canı, o halayığa bende.
39 Çırpındı can kuşu, kafeste derhal,
Satın aldı halayığı, verip mal.
40 Onu alıp, erdi murada sultan,
Halayık hastalandı, takdir Haktan!
41 Birinde eşek vardı, yoktu palan,
Palan buldu, kurda yem oldu hayvan.
42 Testisi vardı, su geçmedi ele,
Su buldu, testi kırılmış, bak hele!
43 Hekimleri toplayıp sağdan soldan,
Dedi: “Elinizdedir her iki can!
44 Canım ne ki, odur canımın canı,
Dertli ve hastayım, odur dermanı.
45 Her kim bulursa Mercan’ıma derman,
Onundur; hazine, inci ve mercan!”
46 Dediler: “Edelim sana can feda,
Düşünüp birlikte, bulalım deva.
47 Her birimiz, bir dünya Mesîh’i hem
Vardır elimizde, her derde merhem!”
48 Büyüklenip demediler, inşallah,
Gösterdi onlara aczini, Allah.
49 İnşallahı terkten kastım; gafil dil,
Yoksa, insana özgü bir hal değil!
50 Ey can, nice inşallah demeyen er,
Canı, inşallahın canıyla birler!
51 Ne yaptılarsa ilaç ve devadan,
Arttı hastalık, olmadı umulan.
52 Hastalıktan oldu halayık, bir kıl,
Şahın kanlı göz yaşı da, sanki Nil.
53 Sirkengebin safra artırdı, takdir,
Badem yağı, etti peklikle tesir!
54 Helileden ishal gitti, kabız var,
Su ise, neft gibi, ateşi harlar.
Hekimlerin Halayığı Tedavide Âciz Kalmalarının Zahir Olması, Padişahın Hakkın Huzuruna Yüz Tutması ve Rüyada Bir Veliyi Görmesi.
55 Hekimlerin aczini görünce han,
Yalnayak mescide koştu, perişan.
56 Mescide girip, mihraba vardı han,
Secde yeri sırsıklam; göz yaşından.
57 Kendine geldi, batmışken fenaya,
Başladı, hoş bir beyanla senaya:
58 “Ey, en az lütfü cihan mülkü olan,
Ben ne diyeyim, gizli sana ayan!
59 Dayim sensin, hacetimize penah,
Yolu, bu sefer de yanıldık, ey şah!
60 Dedin, sırrını bilsem de ne kadar,
Yine de gizleme sen, kıl aşikar!”
61 Can özünden feryat edince sultan,
Coştu lütuf denizi, o feryattan.
62 Gözü yaşlı, uykuya daldı emir,
Göründü rüyasında ona, bir pîr.
63 Dedi: “Müjde ey şah, dileğin kabul,
Yarın gelecek bizden, sana bir kul.
64 Hâzık hekimdir, o geldiği zaman,
Emin ve doğru bil, sıdk ile inan.
65 Mutlak olan sihri gör, ilacında,
Hakkın kudretini gör, mizacında.”
66 Vade zamanı gelince, doğdu gün,
Yaktı yıldızları, doğudan bütün.
67 Şah, görmek için rüyadaki sırrı,
Bakmaktaydı, pencereden dışarı.
68 Bir şahıs gördü; cümle kemale eş,
Sanki, gölgeler içinde bir güneş!
69 Geliyordu uzaktan, tıpkı hilal,
Ne vardı ne de yoktu, illa hayal.
70 Yok hükmündedir, ruhtaki hayaller,
Gör ki, cihan da bir hayaldir, yeler.
71 Bir hayaldir, barış ve savaşları,
Hayaldir onların övünç ve arı.
72 Velilere tuzak olan hayaller,
Hak bağındaki ay yüzlerden eser.
73 Rüyasında gördüğü hayal, hanın,
Cilve kılardı yüzünde, mihmanın.
74 Hacipler yanında alıp soluğu,
Bizzat karşıladı, gaybî konuğu.
75 Her ikisi de tanışık bir umman,
Birbirine, dikişsiz dikilmiş can.
76 Dedi: “O değil, senmişsin bana yar,
Lakin dünyada iş içinde iş var.
77 Mustafa’sın sen bana, ben de Ömer,
Bağladım sana, hizmet için kemer.”
Muvaffakiyetler Verici Yüce Allah’tan Muvaffakiyet ve Bütün Durumlarda Edebe Riayet Dileme ve Edepsizliğin Zararlarının Vahameti.
78 Edepte, yardım dileyelim Haktan,
Erişmez edepsize, ondan ihsan.
79 Vermez edepsiz, sırf kendine zarar,
Belki, bütün cihanı oda yakar.
80 Sofra gelirdi dayim, gökten yere,
Ne dedi kodu, ne de ala vere.
81 Mûsâ kavminden birkaç edepsiz er:
“Hani sarımsak, mercimek?” dediler.
82 Kesildi semadan, sofra nimeti,
Kaldı bize, ekip biçme zahmeti.
83 Îsâ, tekrar şefaat edince Hak,
Yemek gönderdi yine, tabak tabak.
84 Küstahlar, yine aştılar edebi,
Kırıntı çaldılar, dilenci gibi.
85 Yalvarıp Îsâ, dedi ki onlara:
“Dayimdir, kalkmaz âlemden bu sofra.
86 Büyüğün sofrasında küfürdür, ah!
Kötü zanlara kapılmak ve tamah.”
87 Hırsa düştü bu görmedik gedalar,
Rahmet kapısı da kapandı, tekrar.
88 Verilmez ise zekat, yağmaz yağmur,
Zinadan da her yeri, veba vurur.
89 Her ne varsa sende, kasvet ve gamdan,
Bil, küstahlık ve arsızlıktan nişan!
90 Dost yolunda pervasız ise bir er,
Odur namert, mertler yolunu keser.
91 Edeple nura gark olmuştur felek,
Edeple temiz ve masumdur melek.
92 Güneşin tutulması küstahlıktan,
Cüretten kapı kovgunudur, şeytan.
Padişahın Rüyasında Gösterilen Velî İle Görüşmesi.
93 Kollarını açıp, sardı mihmanı,
Aşk gibi, can özüne saldı onu.
94 Hürmetle öptü, alın ve elini,
Sordu ona; vatanını, elini.
95 Sora sora, tahtgâha çekti hemen,
Dedi: “Sabırla hazine buldum ben,
96 Ey darlık gideren, ey Hak ziyası!
Ey, ‘sabır ferah açar’ın manası!
97 Her suale cevaptır, senin yüzün,
Müşkül hallolur, gereği yok sözün.
98 Tercümansın, gönlümüzdeki sırra,
Kurtarırsın, kim batarsa çamura.
99 Merhaba, ey seçkin zat, ey murtaza!
Kaybında; gök daralır, gelir kaza!
100 Kavmin şahısın, seni sevmeyen er,
“Bundan vazgeçmezse”helake gider.”
|